ÇAĞDAŞ DÜŞÜNCELER

 Hepimizin lügatlerle tanışıp kaynaştığımız bir yaşı vardır. Geriye doğru baktığımda sanırım ilk lügat ihtiyacını, rahmetli babamın kitaplığında bulduğum Küçük Sözler’i okurken hissettim. Çaresini de yine babamın kütüphanesinde bulmuştum; Mustafa Nihat Özön’ün hazırladığı Osmanlıca Türkçe Sözlük. Yıllar sonra üniversite çağımda felsefe, sosyoloji, siyaset, çağdaş düşünce akımlarını okurken Batı menşeli bir takım kavramları anlamak için onları da içeren bir sözlüğe muhtaç oluşum, acaba düşünce dünyamda bir gerileme mi idi? Şimdi ise internet sözlüklerinden başka D. Mehmet Doğan’ın Yeni Türkçe Sözlük eseri masamın üstünde hep durur.

Sonra İmam Hatip Okuluna başlayınca ortaokulda karşıma üç dil birden çıktı; Arapça, İngilizce ve Farsça. Bu sefer bu dillerde yazılmış sözlükler aradık. İlk aldığım sözlük, Bekir Topaloğlu ve Hayrettin Karaman’ın Arapça Türkçe Yeni Kamus’u idi. Yıllar içinde elimde parçalanmış bu kitabı zamklarla yapıştırarak da olsa hala korumaya çalışırım kıymetli bir hatıra olarak. Bazen başındaki isim ve ilk imza biçimine bakar tebessüm ederim. 

Bundan sonra sanırım devreye ansiklopediler ve özel lügatler girdi. Bu özel lügatler içinde Ömer Nasuhi Bilmen merhumun Hukuk-u İslamiyye ve Istılah-ı Fıkhiyye Kamusu hala bir şaheser olarak kütüphanemizi süsler. Sonra her ilim alanından kavramlar için özel kitaplar çıktı piyasaya. Mesela hadis, fıkıh, hukuk, ahlak, tıp, edebiyat, tarih, coğrafya, felsefe ve sosyal bilimler için ayrı ayrı kitaplar yayınlandı. Bunlar çıktıkça edinmeye çalıştık.

Arap Dilinde çok erken tanıştığımız bu tür kitaplarla kendi dilimizde de bilişip sevişmek çok hoştu. Yıllarca ihtiyacımızı Rağıb’ın Müfredat’ından, Cürcanî’nin Tarifat’ından, Fîruzâbâdî’nin Basair’inden, Tâhanevî’nin Keşşaf’ından karşılamaya çalıştık. Türkçemizde yine Ömer Nasuhi Bilmen’in büyük boy ama hacmi küçük bir kitabı vardı sık baktığımız; Felsefî Ahlakî Lügatçe.

Aslında lügate ihtiyaç o kadar çoktu ki, çoğu ciddi kitabın arkasında bir sözlük kısmı da olurdu. Hatta Risale-i Nurlar gibi, Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili için olduğu gibi, eserlere mahsus özel lügatler bile yazılmıştı. Derken DİA (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi) geldi ve zirveye oturdu.

Yıllar içinde doğudan batıdan okurken bir kısım kavramlarla karşılaştık. Bunlar bazen hayat veren, bazen de öldüren kavramlardı din ve medeniyetimiz için. Gençlerimize onları tanıtıcı, bilgi ile birlikte bilinç de verici eserler ortaya çıktı bir tür olarak. Mesela Ali Bulaç’ın Çağdaş Kavramlar Ve Düzenler ile Yusuf Kerimoğlu’nun Kelimeler Ve Kavramlar’ını hemen analım burada. Ben de zaman içinde bu tür kitapların faydalı olduğuna inandım. Bu ihtiyaca binaen İslamlaşma Bilinci kitabımla bir hayli kavramı işlemeye çalıştım. Ama yetmedi. Aklımın bir köşesinde Katil Kavramlar adıyla din ve medeniyetimizi katleden veya bununla beraber onları canlandıracak olanları da ekleyerek Öldüren Ve Dirilten Kavramlar adıyla bir kitap yazmak hep vardı. Hatta kitaplarla ilgili dosyamın “oluşanlar” bölümünde adı bile hazırdı. Ama bir türlü başlayıp da yazamıyordum öne geçmeye çalışanların izdihamı yüzünden.

Nihayet 2016 ve 17 yıllarında kentsel dönüşümden evimiz yıkılıp da kiraya gidince, kolilerde kalan kitaplarımdan ayrı kaldığım gurbet yıllarında çalışmalarımı tertip ve düzene sokmaya çalışırken, birden aklımda bir şimşek çaktı. O zamana kadar 36 kitabımız yayınlanmıştı. Bir o kadarı da bilgisayarımızda bekliyordu. Bu kitaplar içinde şöyle veya böyle yazmak istediğim kavramların neredeyse tamamı bir şekilde geçmekteydi. Ben neden onları bir kitapta derli toplu bir araya getirip de hep aklımda olan kavramlar kitabımı yazmıyordum?

Oturdum masa başına. Yazmak istediğim kavramları eski planımdan da faydalanarak yeniden dizdim. Sonra da yazdığım kitaplardaki o kavramlarla ilgili bilgileri kopyalayarak ilgili yerlerine yapıştırdım. Elbette torna tesfiye için yeniden okudum. Gerekli eklemeleri ve çıkarmaları yaptım. Yeni bir biçim verdim. Gerekirse ara başlıklar koydum. Sonunda üç yüz sayfa olarak planladığım bu eserin bin sayfaya yaklaştığını görünce şaşırdım. Acaba bu haliyle basılabilir miydi? Yoksa bunun da bir özeti çıkarılsa mıydı?

Tabi bu ihtisar işi yeni bir zahmet demekti. Oysa sırasını bekleyen, ete kemiğe bürünmek isteyen başka planlarım da vardı. Bunu düşünerek ihtisar işine gitmedim. İlk alıntıladığımdaki yaptıklarımla yetindim. Artık bana kalan, eserin basımı için bir yayınevinin ortaya çıkması ve insanımıza faydalı olması için dua etmekti. Rabbimden bunu diledim.

Fakat daha önce kullanmak da varmış. Sitemiz yenilenince bu kavramların bir kısmını bu ve bundan sonraki iki ana kategoride işlemeye çalıştım. İnşallah faydalı olur.

Bu bölüme girişte hemen şunu ifade etmeliyiz ki dinler, sadece bireysel inanç, düşünce veya eylemi ortaya koyma, benimsetme veya uygulatma gayesinde olmamışlardır. Tam tersine dinlerin, her zaman hayata ve topluma dönük bir yönleri vardır. Bütün dinler için söyleyebileceğimiz bu gerçek, İslam için daha çok geçerlidir. İslam sadece iman, ibadet ve ahlak esasları değil,  aynı zamanda, düşünce, eğitim, yönetim, hukuk, iktisat ve sanat sistemini oluşturan, örf ve adetleriyle davranış şekillerini oluşturan, dünyaya ve hayata ayrı bir kimlik kazandıran bir dindir. Dinlerin şekillendirdiği toplumlar, sahip oldukları değerlerden hareketle kültür ve medeniyetlerini oluşturmuşlardır. Bu açıdan dinler, bu arada elbette İslam, medeniyetlerin oluşmasında etkin rol üstlenmişlerdir. Dinlere atıfla yapılan medeniyet isimlendirmelerinde (Yahudi, Hıristiyan, İslam gibi) herhangi bir coğrafya veya ırk ekseninde olmaksızın dinin yerleştirdiği veya şekillendirdiği medeniyetler kastedilmektedir. Dolayısıyla bu medeniyetler, Grek (Eski Yunan), Hint, Mısır, Çin gibi millet ve coğrafyalara atıfla yapılan medeniyetlerden içerik ve nitelik bakımından ayrılmaktadırlar.

İslam medeniyeti, kendine has kurumları, bilim, sanat ve mimarî eserleri, sosyal hayatı, düşünce yapısı ile dünya tarihinin yaklaşık on iki asrına damgasını vurmuş, gerilemesine rağmen bugün hala etkisini sürdürmekte olan büyük medeniyetlerden biridir. Din olarak İslam’ın insanlığa katkısının boyutlarını anlayabilmek için, prensipleri doğrultusunda şekillenen medeniyetini de çok iyi etüt etmek gerektiği muhakkaktır. Özellikle de günümüzde İslam’ın medeniyet boyutunun inkâra kalkışıldığı bir ortamda bu gereklilik ayrı bir önem kazanmıştır.