Bu İslam ümmet, insanlık için çıkrılmış hayırlı bir ümmettir. Hayırlı oluşu, görevinden gelmektedir. Görevi ise; Allah Teâla’ya iman, Allah Teâla’ya davet, iyiliği emretme, kötülükten alıkoymadır.1 Nerede bir insan topluluğu yaşıyorsa, Allah Teâla’nın Teâlâ’nın tarihî süreç içerisinde sürekli olgunlaştırarak artık kemale erdirdiği bu dini, üstümüzdeki bu tamamlanmış nimetini, razı olduğu bu yegâne yaşama biçimini oralara götürme ve örnek bir yaşayışla sunmaktır. Yani yaşamak, davet ve tebliğ ile yaşatmak davasıdır.2
Allah Teâla’nın, bu kutsal görev için asaleten peygamberleri, vekâleten de âlimleri seçmiştir. Âlimler, peygamberlerin (s.s.) varisleri ve vekilleridir.3 İlim, her şeyi bilen Allah Teâla’nın Teâlâ’nın yücelttiği, değer verdiği bir sıfattır. Daha indirdiği ilk ayetlerinde ilmi, okumayı, yazmayı, bilinmeyeni bellemeyi emir ve teşvik etmiştir.(4)
* * *
Âlimler, genelde iki kısımdırlar; iyi âlimler, kötü âlimler. İyi âlimler, peygamberlerin vekilleri ve varisleri olarak onların yolunda giden ve toplumları Allah Teâla’ya davet ederek İslam’ı hâkim kılan, bu uğurda çalışan, didinen, uğraşan insanlardır. Amaçları Allah Teâla’nın rızasıdır. Gözlerinde dünya yoktur. Dünyanın malı, makamı, şanı, şöhreti gözlerinde değersizdir. Onların gözledikleri Allah Teâla’dır. O’nun rızasıdır, hoşnutluğudur. Böylece ahiret saadetidir. Elbette dünyadan da nasiplerini unutmayacaklardır. Zira o da Allah Teâla’nın arzusudur.(5)
Kötü âlimler ise, ilmi ile dünyaya yönelmiştir. Onun malını makamını, şanını, şöhretini elde etmek için dine sırt çevirmiştir. İktidar için ihanet etmiştir. Allah Teâla’nın emirlerini arkalarına atmış oldukları gibi aynı zamanda insanlar ona çok muhtaç iken onları gizleyip örtmüşlerdir. İslam’ı muhtaç olanlara açıklamamış, davet edip yaymamış, hatta yayılmasına mani olmuşlardır. Hatta kendi çıkarlarına ters düştüğünü gördükleri anda dini kısmen veya tamamen tağyir ve tahrif etmiş, yani değiştirip bozmuşlardır. Böylece dinde karışıklık çıkararak onu gözden düşürmek istemiş, zâlimlerin keyfine göre konuşup yorum yapmış, isteklerine göre fetva vermişlerdir. Böylece İslam’a perde olmuş, engel olmuş kimselerdir. Bunlar Allah Teâla’nın ve yarattığı her varlığın lanet ettiği kimselerdir. Rahmeti ilahiden ebediyyen kovulmuş kimselerdir. En büyük aldanmışlılığı yaşamış zavallı alçaklardır.(6)
* * *
Çağımızda da İslam, dünkü cahiliyyete benzer bir durumla karşı karşıyadır. Osmanlı’nın yıkılışından sonra artık İslam coğrafyası, asli hüviyetinden uzak ve yarım yamalak da olsa var olan hilafetten uzaktır, İslam devletinden uzaktır, ümmet birliğinden uzaktır. Görünür görünmez işgaller altındadır. Devlet hayatında ve onun tüm kurumlarında, yaman bir manevi işgal, yani kültürel işgal yaşanmaktadır. Hukuk, ekonomi, eğitim ve kültür alanları, amansız bir işgalin en açık görüntülerini sergilemektedir.
Yeniden İslam’a dönüşün bayraklarını, kuşkusuz İslam’ı en iyi bilen, yaşayan, yayan, âlimler kaldıracaklardır. Artık yeni bir peygamber beklemiyoruz. Vahiy, yani Kur’an kaybolmadığı için buna grek de yoktur. Artık âlimler, onların varisleri ve vekilleri olarak, peygamber görevi göreceklerdir. Ümmetin önderleri olan âlimler, İslamî hareketin başında, onu Allah Teâla’nın sünnetine uygun olarak götüreceklerdir. Böyle olursa hareket başarıya ulaşacak, emekler boşa gitmeyecektir.
Âlimlerin önderliğinde olan hareketlerin başarılı, aksine durumların ise başarısız ve sonuçsuz kaldığı, çağımızda yaşanan gerçeklerdir. Belki bu çabaların da mutlaka bir ecri olacaktır İnşallah Teâla’nın ama Allah Teâla’nın kanunu ve Peygamberin sünnetini terkin de ama dünyevi ama uhrevi bir sorumluluğu elbette olacaktır.
İslam dünyasındaki sistemler ve sosyal yapılanmalar bunu çok iyi bildiklerinden, İslam’ı öğrenmek için açılan ilmî kurumları kapatmışlar, ümmeti âlimsiz, yani öndersiz bırakmak için ellerinden gelen her şeyi yaparak âlimleri bitirmek istemişlerdir. Bir yerde bedeni başsız bırakmak istemişlerdir.
Amacımız ilmi övmek, âlimin önderliğini belirtmek, sorumluluklarımızı bir kere daha hatırlamak ve hatırlatmaktır. Maksadımız, dinini tebliğ ile mükellef olduğumuz Allah Teâla’dır. İstediğimiz ise Allah Teâla’nın rızasıdır. Bu uğurda ne gelirse başımız gözümüz üstünedir. Ama biz kul olarak hep hayır ister, güzellik ister, lütuf, kerem, ihsan isteriz. Bela ve musibet istemek, haddimizi aşmaktır, edepsizliktir; elbette istemeyiz. Allah Teâla’nın, kadere razı olma nimetiyle bizi rızıklandırsın. Yar ve yardımcımız olsun da bizi amacımıza kolayca ulaştırsın. Bilmeden hata yaptık ve yanlış yazdıysak, Allah Teâla’dan af dileriz. Kardeşlerimiz de bizi ikaz etsinler; memnun olur, teşekkür eder ve hatalarımızı gidermeye çalışırız. Müslümanların destek ve dualarını istemek, aczimizin, fakrımızın tabiî bir gereğidir.
Allah Teâla bütün inananlardan razı olsun ve hak davalarında başarılı kılsın. O’na hamd eder, O’na şükreder, O’nu över ve O’na tevekkül ve itimat ederek işimizi O’na ısmarlarız.
(1) Al-i İmran 110.
(2) Maide 3; Al-i İmran 104.
(3) Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvud, İlim 1; İbn-i Mâce, Mukaddime 17;Dârimî, Mukaddime 32.
(4) Alak 1-5.
(5) Kasas 77.
(6) Bakara,159-163