Bilindiği gibi başlangıçta müslümanların elindeki dini bilgi kaynakları Kur’an ve sünnetti. Henüz müstakil bir ilim dalı olmadan önce İslam dinini konu alan bütün ilim dalları, bu kaynakların içinde toplanmıştı.
Daha sonraları her ilim dalı kendi alanında konularını tespit ile ihtisasa doğru yol alıp belli sınırlar içinde özelleşince, insanın iç dünyası, kalbî ve ruhî hayatı, manevi yönü ile ilgilenerek onu geliştirip zenginleştirmeğe yarayan Kur’an ayetleri ile peygamberimizin siret ve sünneti, dini daha iyi anlama ve yaşama adına bir kısım gayretlere konu oldu. Bu gayretler, tıpkı diğer ilim dallarında da olduğu gibi yeni bir ilim dalının doğmasını sonuçlandırdı; Tasavvuf.
Tasavvuf, müminler için güzel ahlak, gönül zenginliği, kalp temizliği, nefis arınması gibi güzelliklere erme ile Allah’ın rızasını kazanma amacı ve dünyadan çok ahirete önem verme, maddi değerlerden ziyade manevi değerlere bağlanma, zamanı hep ibadetle geçirerek hayatı disipline etmesiyle ilk dönemlerden itibaren her çağda önemsenmiş bir ilim dalıdır.
Bu itibarla diyoruz ki Tasavvuf: Tefsir, Hadis, Fıkıh, Akaid, Kelam gibi İslamî ilim dallarından biridir. Kaynağı, Kur’an ve sünnettir. Bu itibarla tasavvufun başlangıcı peygamber efendimizin (a.s) nübüvvet ve risaletinin başlangıcı demektir.
Tasavvuf, semavi şeriatların hakikatları ile vasıflanmaktan başka bir şey olmadığına göre, Hz. Adem’den bu yana gelmiş bütün peygamberlerin tebliğ ettiği din ve şeriatların manevi ve ahlaki yönünün yaşanması olarak düşünürsek tasavvufun başlangıcını, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem’e götürebiliriz. O günden bu yana tasavvuf, şeriatın ameli tarafları olan emir ve yasakları, içten gelen bir aşk ve şevkle, hatta zevkle yaşamanın, kalbi ve nefsi her türlü düşük duygulardan, düşüncelerden ve huylardan arındırıp saf ve temiz hale getirmenin ve güzel huylarla bezendirmenin bir vesilesidir.
Bundan sonraki bahislerde onu her yönüyle tanımaya çalışacağız.