Bizim çağımızda acınacak bir durum ortaya çıktı:
Devlet ve yöneticiler, "Şeriat mülgadır" diyerek “İslam Hukuku”nu yürürlükten kaldırdılar. Onun yerine, devlet ve milletin yönetimi için batıdan, yani bizim dünyamızı işgal ederek insanımızı öldüren, ülkemizi yağmalayan sömürgeci düşmanlarımızdan, İslam’ın amansız düşmanı olan Hıristiyan ülkelerden kanunlar alıp uyguladılar.
Bütün bunları yaparken halka hiç danışmadılar, hatta sormadılar bile. Sanki onlara “Bunlar senin yararınadır. Sen cahil olduğun için şimdi bilmiyorsun, sonra öğrenir bize teşekkür edersin.” Diyerek istemedikleri kanunları zorla boyun eğdirdiler.
Artık idarecilerin, İslam hukukunu bilen alimlere ihtiyacı yoktu. Bunun için, İslam hukukunu öğreten okulları kapattılar ve şeyhu'l islam’ların, kadıların, fakihlerin, müderrislerin, dersiamların işlerine son verdiler.
Bu sefer ne oldu biliyor musunuz?
“Beterin de beteri var” denildiği gibi, geçmişteki yanlışlara rahmet okutan bir durumla karşı karşıya kalındı. İnsanlar, idarecilerin gözüne girmek ve devletten bir makam kopararak dünyalık mal, makam, şan, şöhret, itibar elde edebilmek için, İslam kanunlarını öğrenmeyi bırakarak, hatta ona hakaretler ederek batılı ecnebilerin hukukunu öğrenmeye koyuldular. Kısa zamanda muratlarına da erdiler.
Daha da garipsenecek ve acınacak, ibret alınacak bir şey oldu:
Kocaman kocaman sarıklı, sakallı bir çok alim, fakih ve mollalar, sarıklarını çözdüler, sakallarını kestiler ve İslam “irtidat” hükmünü verdiği halde onlar, batı menşeli bu kanunların uygulanabileceğine fetva verdiler. Allah'ın kanunlarına ters düşen ve onu küçümseyen kanunları seve seve uyguladılar...
Üstelik kalktılar, müslüman halka, yaptıklarının Kur'an ve sünnete uygun bir İslamî davranış olduğunu söylediler...
Hatta "laik devleti şeriat tehlikesinden korumak için" kurulmuş kurumlarda severek görev aldılar ve üstün bir gayretle çaba sarf ederek görevlerini içtenlikle yerine getirdiler.
Aynı kurumlarda o kötülere meydan vermemek için iyi alimler de görev aldılar ve sisteme rağmen halka din hizmetleri vermeye devam ettiler.
İşte yakın tarihimizdeki "Bel'amlaşma"nın macerası böyle başladı. Geçmişte: "İdarecilerle düşüp kalkanın kalbi ölür, belki de imansız gider" diyenleri haklı çıkaran tipik bir süreçtir bu. Bunlar şimdilik dile getirebileceklerimizin bir kısmı. Bakalım bir gün incelenmesine izin verilmeyen arşivler açılırsa daha ne sürprizlerle karşılaşacağız.
Bu sürecin ortaya çıkardığı en acı gerçek ve elbette ki en kötü ve en tehlikeli sonuç; halk ile alimlerin arasının açılmasıdır. Daha doğrusu, resmi ülema ile halkın arasının açılması...
Bu da başka bir acı gerçeğin ifadesidir; ülemanın kendi arasında bölünmüşlüğü, parçalanmışlığı, birbirleriyle mücadele eder duruma düşmüşlüğü.
İşte alimlerin önderliğini en olumsuz etkileyecek olan da budur. Bir başka ifadeyle, İslam'ı ortadan kaldırmak isteyenlerin istediği de zaten bu!
Bunun için işin başından başlayalım ve İslam'da idarecilerin ve alimler konumunu, birbirleriyle olan müspet ve menfi ilişkilerini derinlemesine gözden geçirelim.