İnsanoğlunun Hz. Âdem(as)
ile başlayan yaratılış serüveni, fasılasız bir şekilde Kıyamet gününe kadar
devam edecektir. İster Mü’min, ister kâfir; aynı şekilde ister zengin ve isterse
fakir, hangi dini-sosyal ve ekonomik statüye sahip olursa olsun, muhakkaktır ki
her yaratılan kişinin, süresini Allah(cc)’ın tayin ettiği sınırlı bir ömrü
vardır bu dünyada.
İnançlarımıza göre bu
dünya ve üzerinde halk edilmiş olan her mahlûk, başta insanlar olmak üzere
fanidir, geçicidir. Başta insanlar olmak üzere Allah(cc) bu fani dünyada
yaratılmış olan herkese, süresini kendisinin tayin etmiş olduğu sınırlı bir
ömür vermiştir. Söz konusu ömür bittiğinde, yani ecel geldiğinde insanların
siyasi, sosyal ve ekonomik statülerine bakılmaksızın hemen herkes ölüm gerçekliğiyle
karşı karşıya kalacaktır.
Allah(cc) Mü’minler
olarak bizleri sadece ve sadece kendisine İbadet/kulluk edelim için
yaratmıştır. Dolayısıyla, bu dünyada yaşamış olduğumuz dünya hayatımız âhiret
hayatımız için birer tarla mesabesindedir. Bu anlamda, yaşamış olduğumuz dünya
hayatımızda nasıl bir hayat tarzımız olmuşsa, ona göre, âhiret hayatımızda da
pozitif veya negatif anlamda öyle bir sonuca ulaşmış olacağız. Yani, ‘nasıl yaşarsak öyle öleceğiz ve nasıl
ölürsek de öyle kalkacağız’ kabirlerimizden. Vakıa, bu zamana kadar tarlasına
buğday ekip de arpa biçen hiçbir çiftçiye rastlanamamıştır.
Yukarıdan beri söz konusu
edilenler çerçevesinde ifade edecek olursak, Allah(cc) bu dünyada bizlere
kendisine kulluk/ibadet etmemiz için sınırlı bir dünya hayatı lutfetmiştir. Lutfetmiştir diyoruz, zira Allah(cc) her
birilerimizi bizlerin iradesi ve bilgisi dışında hiç yoktan varetmiştir,
üstelik binbir nimet bahşederek. Bundan dolayı, Allah(cc)’ın bizlere lutfetmiş
olduğu ömür nimetinin her alanını ve her ânını Rabbi Teâlâ’nın razı olacağı
şekilde değerlendirmemiz kulluğumuz adına olmazsa olmaz bir zorunluluğumuzdur.
Bu yönüyle yaşamış
olduğumuz hayatımız Allah(cc)’a kulluk anlamında bir fırsattır. Öyle ki,
yaşamış olduğumuz hayatımızın hiçbir anını boşa geçirmememiz gerekiyor. Burada
önemli olan üzerinde yaşamış olduğumuz zaman dilimini an itibarıyla değerlendirme gayreti içerisinde olmamızdır. Zira dün
geçmiştir, yarına çıkacağımız ise meçhuldür, önemli olan üzerinde yaşamış olduğumuz ânları değerlendirebilmektir.
Fakat eyvah ki eyvah,
bizlerin birçoğu böyle bir bilinç donanımına sahip olamadığımız için, yaşamış
olduğumuz fani hayatımızı çer-çöp boş işlerle ziyan ediyoruz. Hâlbuki yaşanılan
hayatta geçirilen her bir günün ve zamanın tekrardan telafisi mümkün değildir.
Neticede giden fani ömrümüzden gidiyor ve ömür sermayemiz de sadece bir defa
kullanılabilmektedir. Efendimiz/sav) bu gerçekliği bir hadislerinde şöyle ifade
buyurmaktadır: “İki nimet vardır ki insanların çoğu
(onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır: “Sağlık ve boş zaman.” (Buhârî, Rikâk, 1)
Gerçekten
de yaşamış olduğumuz hayatımızda, Allah(cc)’ın
bizlere ihsan buyurmuş olduğu iki nimeti ne kadar da hoyratça kullanıyoruz.
Hâlbuki Allah(cc)’ın bizlere ihsan buyurmuş olduğu nimetler bizlere birer
emanettir ve vakti geldiğinde de en ayrıntılarıyla bu emanetleri nasıl
kullandığımızın hesabı sorulacaktır bizlere.
Netice
itibarıyla İslâm büyükleri, yaşanılan hayatı Allah(cc)’a kulluk için bir fırsat
olarak görmüşlerdir. Ve aynı şekilde yaşanılan hayatın her zaman dilimini, manevi anlamda değerlendirebilmenin
kaygısını taşımışlardır. Bizler de buradan hareket ederek, yazımızın başlığını “Dem Bu Demdir” olarak ifadelendirdik.
Yazımızı makalemizin başlığıyla bitirelim istiyoruz:
Dem bu
demdir, dem bu demdir, dem bu demdir dem bu dem;
Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu demdir
dem bu dem.
Dem bu
demdir, dem bu demdir, dem bu demdir dem bu dem.