12 Eylül öncesi malum bir komutan “Darbe bir yıl önce olacaktı. Ama biz bekledik. İstedik ki ortam iyice olgunlaşsın. Halk, dökülen kanlar karşısında “nerdesiniz?” diye bizi çağırsın” demişti.
28 Şubat öncesinde hatıralarını yazanlar arasında şu bilgiler de vardı: “Medya iş başındaki hükümete gider ve ‘borçlarımızı siler ya da ertelersen ve bizimle iş yaparsan, seninle ilgili güzel manşetler atarız. Değilse aleyhine yazarız’ demiş. Hükümet de pirim vermeyince Medya aleyhte yazma kampanyası başlatmıştı.”
Medya o gün çıkarına göre iş yaptı da ne oldu?
Evet, o hükümete zarar verdi. Ama sadece o hükümete mi?
Hayır! Bütün bir memlekete zarar verdi ve nefret kazandı. Halk nazarında itibarını kaybetti. Şimdi her gazete veya tv. nin bir fanatiği var olabilir. Ama işte o kadar.
Hatırlarsınız, kaç seçimdir kazananlar medya’ya rağmen kazanıyorlar. Yaptıkları yalan kamuoyu araştırmaları hiçbir fayda sağlamadı. Bunun en açık örnekleri son iki seçimdir.
Şimdi başbakan Recep Tayip Erdoğan haklı olarak “istediğinizi yazın, asla etkilenmeyeceğiz” derken haksız mı?
İnsan gücünü haklı yere kullanmalı. Haksız yere kullanılan güç, kendisini yer bitirir. Bir gün gelir güçlüler, haksız oldukları için, en zayıf konuma düşerler. Ve bir gün gelir zayıflar, haklı oldukları için, en güçlü konumda olurlar. Bu durum, hukuk devletinin en açık bir alametidir de aynı zamanda. çünkü hukuk devletinde en açık gösterge adalettir. Hukukun üstünlüğü karşısında güç hizaya geldiğinde, orada hukuk devleti var demektir.
Yaşadığımız günlerde en fazla hukukun üstünlüğüne ve adalete ihtiyacımız vardır. Ama en büyük korkumuz da bizzat hukukun malul olmasıdır. Yani hukukun güçlülerin güdümünde olması. Böyle bir durum, mülkün temellerinin sarsılması, hatta yıkılması demektir. “Adalet mülkün temelidir” sözü muhteşem bir sözdür.
Bu gibi durumlarda umut bağlayacağımız insanların başında hukukçular gelir. Eğer hukukçular hakka ve hukuka bağlı erdemli insanlar ise, güçlükleri göğüsleyerek ortaya adaleti koyabilir, mülkün temellerini her türlü sarsıntıdan koruyabilirler. Toplumsal barış büyük ölçüde hukukun üstünlüğüne ve hukukçuların müspet gücüne bağlıdır.
Bu açıdan bakıldığında bir milletin bekası, erdemli hukukçular yetiştirmesine de bağlıdır denebilir. Tabi biri kalkar, “bu da eğitimin sayesinde olur” diye eğitimi öne sürebilir. Başka biri de kalkar, “bütün bunlar iyi bir yönetim sayesinde olabilir” diyebilir. Sözü uzatmayalım, toplum organize bir bütündür ve bütünün her parçası iyi olmalıdır. Birisinin yalnız başına iyiliği yeterli değildir.
Bütün bunlar düşünüldüğünde neler hissediyorsunuz? Başınızı kaldırıp baktığınızda yönetimden, eğitimden, hukukçularınızdan yana içiniz rahat mı?
“Evet” diyorsanız mesele yok. Ama “Hayır” diyorsanız veya içinizde tereddütler yaşıyorsanız, büyük bir sorumluluk altındasınız demektir.