İslam, ilim ve sanata, devlet ve yönetime, kısaca hayatın her alanına kendine has bir anlayış getirmiştir. O yüzden kurduğu medeniyet de kendine özgü bir medeniyettir.
Başka batıl din ve felsefi görüşlerin onun seviyesine çıkamamaları onu hakkıyla kavrayamama sebebiyet vermiştir. Bunu itiraf yerine ona anlamadan dil uzattıklarını biliyoruz. Bu onların sorunudur.
Bizim medeniyetimizde insanlar ilim öğrenmeyi bir ibadet sayarak onunla Allah Teâla’nın rızasını kazanmaya çalışırlardı. Bu da onlara hem bu dünyanın, hem de ahiretin saadetini sağlardı. Allah Teâlâ da onlara özel bir değer verir, sevgi duyardı. Onun “Allah’tan gereği gibi ancak âlimler sakınır” sözü bunu ifade ederdi. Bu yüzden ilmi dünya geçimi için değil, Allah Teâla’nın rızası için öğreniyorlardı. Bu düşünce ve tavır sayesinde ilme samimi ve ihlaslı insanlar talip oluyorlardı. Çünkü ucunda zahmet ve meşakkat vardı. Hiçbir dünyevi karşılığı yoktu. Bunu eleştirenlerin onu anlamadıkları kesindir.
Gün geldi, hilafetten saltanata dönüş, ulemanın zihin dünyasına da yansıdı. Hilafetin Allah rızasını önceleyen idaresinden, saltanatın dünya iktidarını önceleyen zihniyeti, ilim dünyasına da yansıdı yani. Böylece sultanların yanında makam ve mevki kapmak amacıyla ilimler öğrenilmeye başlayınca, yani dünyalık niyetlerle ilim öğrenilmeye başlayınca, maalesef ilim adamında olması gereken ihlas ve takva kaybedildi.
Hal böyle olunca âlimler üstlerindeki eğitim, öğretim, irşat, iyiliği emretme, kötülükten nehyetme, şartlar ve ortam ne olursa olsun hakkı söyleme, adalet ve insafa davet gibi vazifelerini yapmaz oldular. Sırf dünya menfaati için zalim idarecilere yağcılık ve dalkavukluk yapmaları kendilerinden beklenen önderliği de yok etti. Çünkü Müslüman halk nezdindeki sevgi ve saygılarını yitirdiler, itibarlarını kaybettiler.
Sonuçta şunu ifade edelim ki ister avam olsun ister âlim, insanın gerçek değeri ve itibarı, Allah Teâlâ’yı bilmesi, sevmesi, sayması ve itaat etmesi miktarındadır. Allah Teâlâ’ya saygılı bir adamda ilim daha saygın bir makamdadır.