Kimse rahat olmasın

Yeri geldikçe atalarımızla övünürüz.

İnsanoğlunun sık yaptığı bir şey ki, Kur’an-ı Kerim bile vurgu yapıyor buna “Tekasür, 102/2” de.

Atalarla övünmeyi haklı kılan iki şey var. Biri, onların güzel insanlar olması. Diğeri de, bizim o güzelliği devam ettirmemiz.

İyi ki övüneceğimiz atalarımız var.

Ama acaba biz onların övünebileceği evlat mıyız? Onları övünülecek hale getiren güzelliklerle bizim aramız nasıl?

Asıl mesele bu!

Bernart Levi gelmişti Türkiye’ye. CRR.de bir konferans vermişti. Basından öğrendiğimiz kadarıyla orada kendisini davet edenleri kızdıran şu cümleleri sarfetmişti: “Sizin laikliğe ihtiyacınız yok. çünkü sizin atalarınız kimsenin dinine, inancına baskı yapmamıştır. Sizde din ve vicdan özgürlüğü başından beri var.”

Zavallı, takdir görecek yerde kurşun gibi gelen tekdirleri yiyince ne olduğunu anlamamıştı.

Nerden bilsin o güzel ecdad ile övünmenin o cenahta ayıplandığını? O ataların yeni nesillerce bilinmez, anlaşılmaz, hatta körü körüne beğenilmez ve sevilmez olduğunu?

Atalarla yolların çoktan ayrıldığını…

Meselenin bam teli burasıdır.

Atalarımız aynı binaya yan yana cami, kilise ve havra dikecek kadar gönlleri zengin ve engin kişilerdi. Onların tabiriyle sadr-ı ınşırah sahibiydiler.

Osmanlı idaresi altında Müslim ve gayr-ı müslim beraberce yaşıyordu. Biz de bundan hoşnut olarak övünüyorduk yeri geldikçe.

Ama şimdi bırakın gayr-i Müslimleri, Müslimler bile kardeşçe birlikte yaşamaktan endişe duyar ve yer yer korkar oldular…

İşte Kürt sorunu…

Halk maalesef çok tedirgin.

Halk, Müslüman kürdün inancından ötürü kardeş olduğunu, Şafiî mezhabinin de hak bir mezhep olduğunu unutmak üzere. çünkü okullarda öğretilmedi bunlar, cehalet diz boyu.

“Hocam, bunlara güvenilmez” sözünü çok duydum yaşadığım şehirde.

Bu duyguların doğuda nasıl yankılandığını ve oralarda ne tedirginlikler, ürkeklikler, endişeler ve korkular yaşandığını da iyi biliyorum.

Korkunç duygular bunlar. Felaket duygular bunlar.

Demek istediğim şu: Uyanalım ve tedbir alalım.

“Atalarımız bin yıldır beraber yaşamışlar. Biz etle tırnak gibi iç içeyiz” gibi kolaycı ve ezberci laflar ihtimal ki karın doyurmayabilir.

çünkü bu nesil o atalar değil.

O ataları birleştiren din, iman, ahlak, Kur’an, sünnet, siyer, fıkıh, tasavvuf, medrese, dergah, tekke, şeyh, alim, ehl-i beyt… gibi kültür ve medeniyetimizin temel kavramları nerde bu gün? Kime ne ifade ediyorlar?

Açıkça söyleyelim; bu kavramlar bu evlatların kiminin içinde ılık meltemlerle bahar estirirken, kimisinin içinde de ayazda patlayan fırtına gibi kavurucu ve dondurucu olmaktadır.

O zaman oturup düşünmemiz gerekmiyor mu?

“Bizi din kardeş yapıyor ve birleştiriyormuş.”

İyi ama, o dinin hayatımızda yeri ne?

Ne kadar biliyor ve yaşıyoruz o dini?

Bilmediğimiz ve yaşamadığımız bir şey nasıl etkiler bizi?

Olmayan şeylerden ne etki bekliyoruz?

Kimse rahat olmasın.

Beylik laflarla sönecek bir yangın değil görünen.

Evet, elbette “âtiyi karanlık görerek azmi bırakmayacağız, ye’se düşmeyeceğiz,” umudu kaybetmeyeceğiz, iyimser olacağız, halkın içinde bir kırıntı halinde bile kalsa, dinden kaynaklanan sağ duyusuna güveneceğiz. Tarihin içimizde bıraktığı izlerin, tortuların etkisini göreceğiz. Akıl ve mantıkla hareket edeceğiz.

Tamam ama, tedbirimizi de gecikmeden alacağız.

Atalarımızın elindeki o iksiri yeniden keşfedeceğiz. O Müslim ve gayr-i müslimi bir arada barış ve huzur içinde yaşatan iksiri, yani İslam’ı öğrenecek ve yaşayacağız.

Diyeceğimiz o ki, yolumuz ayrı düşmüşse, atalarımızla övünmek para etmez. Yoksa Kur’an-ı Kerimin dediği gibi, “ölüp de mezara girinceye kadar, oyalanır dururuz.” (102/1-2)