Komşularımıza karşı güler yüzlü tatlı dilli olalım.
Onlarla karşılaştığımızda selamlaşmayı, hâl hatır sormayı unutmayalım.
Neşe ve kederlerini paylaşmayı ihmal etmeyelim.
Sağlık ve hastalıklarında, üzüntü ve sevinçli anlarında, düğün ve bayramlarda kendilerini ziyaret etmek, onlardan biri vefat ederse yakınlarına başsağlığı dilemek, kendilerine maddî manevî destek olmak, cenazenin kaldırılmasında yardımcı olmak üstümüzde bir haktır.
Yine dâvetlerine icabet etmek, çocuklarını kendi çocuklarımız gibi sevmek, koruyup gözetmek de komşuluk görevlerindendir.
Komşularımıza ikramda bulunmak da ahlâkî görevlerimizdendir. Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
"Allah'a ve âhiret gününe iman eden komşusuna ikramda bulunsun".[1]
Yine Peygamber çok sevdiği sahabi Ebu Zer’e, "Ya Ebâ Zerr! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çoğalt ve komşularını da unutma," tavsiyesinde bulunmuştur.
Şu sözü de evrensel bir sorunu kolayca çözme yolunu gösterir:
“Komşusu açken tok olarak yatan kimse bizden değildir"[2].
Sevgili kardeşlerim, fakir ve muhtaç komşuların yardımına koşmak, gerekirse onlara maddi yardımda bulunmak, ödünç para vermek, çalışabilecek durumda olanlara, geçimlerini sağlayacak bir iş sağlamak, bir müslümanın olarak vazifelerimiz arasında olmalıdır.
En azından bu sorunların çözümünde kafa yormak, çare aramak bir kardeşlik ve komşuluk görevidir.
Özellikle de kimsesiz ve yaşlı komşularımızın, işlerini takip etmek, yapmak veya yaptırma da çok güzel bir davranıştır.[3]
Ne mutlu komşularını memnun ederek yaşayan, öldüğünde arkasında hayır dua edecek insanlar bırakanlara!
[1] Buhârî, Edeb, 31; Müslim, imân 74, 76, 77; İbn Mâce, Edeb, 4.
[2] Müslim, iman, 74, Birr ve Sıla, 142; Ahmed b. Hanbel, 1,55.
[3] bk. Ehû Dâvud, Zekât, 25; Mâlik, Muvatta, Zekât, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 31, 40.