Bilindiği gibi bu peygamberlerin sonuncusu, İslam dininin en son, en tam ve en olgun halini insanlığa tebliğ ile vazifelendirilmiş olan Hz. Muhammed (as)dir. Onun getirdiği Kur'an son kitap, Kur'an’ın emir ve yasakları olarak tecellî eden ilahî kanunlar ise, her müslümanı bağlayan en son ve en temel yasalardır.
Hz. Muhammed (sav), bu dini sadece tebliğ etmekle kalmamış, aynı zamanda mükemmel bir örneklikle yaşamış, bireysel ve toplumsal hayat için ortaya muazzam bir uygulama birikimi de koymuştur.
Böylece İslam hukukunun temel kaynağı olan Kur'an’ın yanında, onun söz, iş ve uygun gördükleri olarak "Sünnet" de hukukumuz için ikinci bir temel kaynağı oluşturmuştur.
Bundan çıkan sonuç şudur: Hz. Peygamber, Medine'de kendi toplumunu oluşturmuş ve devletini kurmuş, aynı zamanda onun fiilen başkanlığını da yürütmüştür.
O, toplum açısından bakıldığında yalnızca bir devlet başkanı değildi. Aynı zamanda hakim, komutan, öğretmen, diplomat vb. gibi toplum ve devletin bütün yönetiminde de örnekti. O, İslam'ın kurallarını tam bir tarafsızlık içinde, hukukun üstünlüğünü esas alan en adaletli bir biçimde uygulamıştır. Onun bu konuda ne kadar ciddi ve hassas olduğunu: "Vallahi, kızım Fatıma da hırsızlık yapsa, O'nun da elini keserdim."1 demesindeki ciddiyet açıkça ilan eder.
Bütün bunları zikretmekten maksadımız, sözü şuraya getirmekdir; O'ndan sonra beraber yaşamanın getirdiği en büyük zaruret olan devleti yönetmek, bir nevi O'nun görevini üstlenmektir. Bu görevi yürütene işte bu yüzden, “Peygamberin ardından giderek onu takip eden” anlamında “Halife” denir. İsimler şart değildir. dolayısıyla zaman içinde halifeye başka isimler de verilmiştir, bu gün de verilebilir.
Hiç şüphesiz hakkını vererek O’nun makamına oturmaktan daha güzel, daha olumlu, daha şerefli, daha faziletli, ve de daha sevaplı ne olabilir?!
Bu yüzden İslam’da hakkını vererek insanlara hizmet eden idareciler, belki de o ülkenin en faziletli ve en fazla sevap kazanan bahtiyar insanlarıdır.
Peygamber Efendimizin peygamberliği kendisiyle sona ermiştir. Ama mürşitliği, öğretmenliği ve önderliği ile beraber yöneticiliği, ümmeti aracılığıyla devam etmektedir. Bu açıdan bakıldığında adil ve ehil idareciler, Hz. Peygamber'in yerinde oturarak, onun bazı görevlerini sürdürmüş olurlar.
Hiç şüphesiz İslam toplumlarında İslam’ın ortaya koyduğu adaletle hükmederek toplumu yönetmek, devletin devamlılığı, mülkün bekası, toplumun huzur ve saadeti, ailenin korunması, bireyin temel hak ve hürriyetlerinin gözetilmesinin teminatıdır. İşte bu sebeplerden ötürü, böyle bir devleti kurmak kadar, bu devleti yönetmek, hatta bunun için eğitilmiş uzman insanlar yetiştirmek de farzdır:2
"Müslüman bir milletin fertlerinden meselelere çözüm getirmesini bilen, söz sahibi olan, akıllı, bilgili kimselerin adil bir devlet düzeni kurmaları, adaletle hükmedecek adli mekanizmayı oluşturmaları ve bu evsafta hukukçu (ve idareci) yetiştirmeleri farz kılınmıştır.”3
Bilindiği gibi farz, yapılmasıyla Allah’ın rıza ve sevabının kazanıldığı, terk edilmesiyle günaha girilerek cezanın hak edildiği, inkar edilmesiyle de kesinlikle dinden çıkmanın, Allah korusun küfre düşmenin gerçekleştiği bir dinî hükümdür.
Din ile devlet arasındaki bu yakın ilişkiyi Resulullah (sav) Efendimiz şöyle açıklamaktadır:
“İslam ile devlet başkanı ikiz kardeş gibidirler. İkisinden birisi kardeşsiz olamaz. İslam binanın temelidir, devlet başkanı da bekçidir. Temeli olmayan yıkılır, bekçisi olmayan da zayi olur.” 4
“çölde boş bir arazide bulunan üç kişiye kendilerinden birini emir seçip başlarına geçirmeleri gerekir.”5
“üç kişi sefere çıktıkları zaman, kendilerinden birini emir (başkan) seçsinler.”6
1 Buharî, Enbiya, 54; Müslim, Hudud 2; Tirmizi, Hudud (1454)
2 Abdulkadir Udeh, İslam Ceza Hukuku Ve Beşeri Hukuk, 4/194
3 Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkam Hadisleri, 6/576, Krş. İ. Canan, age. 2/283
4Suyuti, Cem’ul Cevami, no: 82; Deylemi, I. 117. no: 396
5 Ahmed, Müsned, 2/177
6 Ebu Davud, Cihad 80