Kadere rıza erdemine razı olanlar, dünyada daima rahat ve huzurlu yaşarlar. Mutluluk, nereye gitseler onları takip ederler.
“Raşahat” kitabında anlatılır ki; “Bir gün Azizan Hazretlerine, hatırı sayılır bir zat misafir geliyor. Fakat evde hazır yemek yoktur. Azizan Hazretleri üzülüyorlar. Evlerinin kapısına çıkıyorlar. O sırada, paça satan bir genç elinde bir çömlekle geliyor. Çömlekte donmuş paça var.
Genç :
— Bu yemeği sizin ve yakınlarınız için hazırladım. Kabul buyurursanız beni mesut edersiniz, diyor.
Azizan Hazretleri bu nazik anda gelen yemekten son derece hoşnut kalıyorlar ve gence iltifat ediyorlar. Gelen yemekle misafir ağırlanıyor. Misafir gidince Şeyh Hazretleri paça satan genci çağırtıp:
— Senin getirdiğin bu yemek, sıkıntılı bir ânımızda imdada yetişti. Sen de şimdi bizden ne muradın varsa iste ki, Allah dilediğini verse gerektir.
Genç:
— Aynen senin gibi olmak isterim, diyor.
— Bu çok güç bir şey. Üzerimizdeki yük senin omuzlarına çökecek olursa ezilirsin!
Fakat genç yana yakıla ısrar ediyor:
— Benim âlemde tek muradım, bu. Tıpkı tıpkısına senin gibi olmak. Başka hiç bir şey beni teselli edemez.
— Peki, diyor, Azizan Hazretleri; öyle olsun!
Ve genci elinden tuttuğu gibi halvet odasına çekiyor. Orada nazarlarını gence mıhlayıp kalpleriyle kalbine yöneliyorlar. Biraz sonra gençte bir değişiklik başlıyor. Genç hem zahirde ve hem bâtında Azizan hazretlerinin aynı olarak meydana çıkmaya başlıyor. Bu hal tam 40 gün devam ediyor ve 40. gün genç, altına girdiği yükün ağırlığından beka âlemine göçüyor. Fakat muradına ermiş ve ebedî saadete erişmiştir.
Yüküyle beraber insan da büyüyor. Sadrı, sabrı, tahammülü de inkişaf ediyor manevi yükü gibi. Alıştıra alıştıra, aşama aşama, yavaş yavaş…
İşte bu seyr-u süluktur.
Ani çıkışlar, yaman cezbeler, adamı ya meczup ederler, ya mevta.
Kıymetini bilene ikisinin de zararı yok. Onlar, “pilavdan dönenin kaşığı kırılsın” derler daha baştan. Gemileri yakana zaferden başkası haramdır.
Biz kendimize bakalım…