Hiç şüphesiz ki bütün îmânî meziyetler, ahlâkî fazîletler, güzel hasletler ve ihlâslı ameller; kulun mânen yükselerek Hakkʼa yaklaşmasına vesîledir. Bu meyanda, merhamet, şefkat, cömertlik, diğergâmlık, hizmet, edep ve benzeri nice haslet sayılabilir. kula en çok yakışan haslet “tevâzû”dur.
Kulu Hakkʼa en çok yaklaştıran, Cenâb-ı Hakkʼı en çok râzı eden, Hak Teâlâʼnın kulunda görmekten hoşnud olduğu hâllerin başında “tevâzû” gelir. Zira aslı yokluk ve hiçlik olan insanın haddini bilmesi, Cenâb-ı Hakkʼın kudret ve azameti karşısınca aczini îtiraf etmesi ve nihayet varlık ve benlik iddiâsından kurtulması, en büyük kulluk edebidir. Nitekim ârif zâtlar da:“Kişi noksanını bilmek gibi irfân olmaz.” buyurmuşlardır.
Bu konuda Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
"İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir." (Kasas, 83)
“Cenâb-ı Hak, hidâyet ve inâyete mazhar olan kullarını, Kur’ân-ı Kerîm’de "Yeryüzünde mütevâzı olarak, ağır ağır yürürler" (Furkân, 63) diye vasfediyor.
Rasûlullah (sav) Efendimiz de buyururlar ki:
“Kim Allah Teâlâ’nın rızâsı için (Allâh’ın kullarına karşı) bir derece tevâzû gösterirse, bu sebeple Allah onu bir derece yükseltir…” (İbn-i Mâce, Zühd, 16)
Allah dostları da, nefislerindeki varlık ve benlik iddiâlarını bertaraf edip ilâhî azamet karşısında her an hiçlik iklîminde yaşadıklarından, kendilerini dâimâ “abd-i âciz / Allâh’ın âciz kulu” olarak görmüş ve böyle ifâde etmişlerdir.
Ecdâdımızın “şeref avlayan bir avcı”ya teşbih ettiği “tevâzû” hakkında bazı büyüklerimizin hikmetli sözleri üzerinde biraz düşünelim isterseniz.
Hz. Ali (ra): “Yüksekliği istedim, onu alçakgönüllülükte buldum.” Buyurmuştur.
Şeyh Sâdî-i Şîrâzî de, “Yükselmek isteyen, mütevâzı olmalı. Yücelik damına çıkmak için, alçakgönüllülükten başka merdiven yoktur.” demiştir.
Gönüller sultânı Mevlânâ Hazretleri de şu tavsiyelerde bulunmuştur:
“Kardeşim! Bütün yücelikler ve mânevî dereceler; tevâzû ve alçak gönüllülüktedir. Köle ol, yani köle gibi mütevâzı ol da at gibi yerde yürü. Omuzlarda yürüyen tabut gibi yükselmeye kalkışma. Tevâzû sebebiyle sûretâ alçalsan bile, Allah senin gözlerine, doğru görmek basîretini ihsân eder.”
Hüdâyî Hazretleri, kadılık ihtişâmı içinde iken, büyük bir nefis mücâdelesine girdi. O debdebeden kendisine gelebilecek en ufak bir kibir esintisini bile bertaraf edebilmek için Bursa sokaklarında süslü kaftanıyla ciğer sattı. Nefsin benlik iddiâlarını bertaraf edip hiçlik ve yokluğa erdikten sonra ise gönüllere sultân oldu. Cihâna yön veren pâdişahlar, ardınca yürüdü… (Bkz. Osman Nûri Topbaş, Genç Dergisi, Eylül-2012)