Resulullaha karşı bir çok sorumluluklarımız vardır. Bunlar başta Kadı Iyazın "eş-Şifa" isimli muhteşem eserinde olmak üzere kitaplarımızda işlenmiştir. Biz de bu konuda çok dersler ve konferanslar verdik. Bir kısmını www.ilimistan.com isimli internet sitemizde bulabilirsiniz.
Hiç şüphesiz ona karşı olan sorumluluklarımızın başında onun bir nebi be resul olduğuna, Allah Tealadan bize Kuranı getirdiğine iman etmek gerekir. Sonra ona itaat etmemiz, canımızla ve malımızla getirdiği din olan İslam uğrunda fedakarlık yaparak onu desteklememiz gerekir. Hatta bu uğurda gerekiyorsa cihat etmemiz, seve seve şehadeti göze almamız gerekir.
Onu sevmek, dinini sevmek gibi, aynı zamanda ehli beyti başta olmak üzere bütün ashabı kiramı, selefi salihini ve nerede yaşarsa yaşasın bütün müslümanları kardeş bilip sevmek, saymak, yardımcı olmak, zalimlere ve düşmanlara karşı onları koruyup kollamak demektir. ancak biz bu sayılanları iki başlık altında kısaca görelim isterseniz.
Sevme
Yukarda Allah’ı sevme ve itaat konusunda söylenilenleri yeniden hatırlamak iyi olacaktır.Orada Allah inananlara, kendisini her şeyden daha fazla sevmelerinin gerektiğini söylerken, aynı şeyin Resulü için de geçerli olduğunu belirtiyordu. Yine orada, Resulü sevilip itaat edilmeden, Allah’ı sevebilmenin veya Allah tarafından sevilebilmenin mümkün olmadığı söylenmişti.Bunlar, aynı zamanda Peygamberimizin de ne kadar sevilmesinin gerektiğinin açık ifadeleridir.Şimdi burada zikredeceğimiz şu hadis de aynı gerçeği olanca açıklığı ile ortaya koyar: ”Hiç biriniz beni evladından,ailesinden, hatta bütün halktan daha fazla sevmedikçe, iman etmiş olamaz.”(Buhari, İyman,8;Müslim, İman,16; Nesei, İman ;İbni Mace, Mukaddime,9,İman, 66,67.)
Hz. Ömer bir gün Resulullah’a şöyle der:
- Allah’a yeminle söylerim ki ya Resulellah, canım hariç seni her şeyden daha fazla seviyorum.
Efendimizin cevabına bakınız:
-Sizden biriniz, ben kendisine canından da daha fazla sevgili olmadıkça, asla iman etmiş olamaz.
Hz. Ömer’in cevabı da muhteşemdir:
-Sana Kur’an’ı gönderen Allah’a yemin ederim ki, sen şimdi bana canımdan da daha sevgilisin!
İşte o zaman sevgili efendimiz buyurdular:
-Ey Ömer, şimdi tamam!(Buhari, Fedailul-Ashab, 6, İstizân 27, Eyman 3.)
Resulullah’ı sevmenin karşılığı, hiç şüphesiz ki cennettir.Çünkü O, bir soruya karşılık olarak verdiği cevapta ”Kişi, sevdiği ile beraberdir.” Buyurmuştur.(Tirmizi,Zühd,50, Tahare,71.).)
İnananlar için ne büyük bir sevinç, ne yüce bir muştudur.
İşte insanı sevinçten havalara hoplatacak bir haber daha: Bir adam Resulullah(sav) Efendimize gelerek sordu:
-Ey Allah Resulü(sav.)! Yemin ederim ki, sen bana ailemden, malımdan daha sevgilisin. Ben seni hatırlarım.Gelip sana bakmadan sabredip duramam. Ben, senin ve benim ölümümü hatırladım ve anladım ki, sen Cennet’e girdiğin vakit, orada Peygamberlerle beraber olursun.Ben de Cennete girebilirsem, derecem yetmediği için seni orada göremem. Biz bu ayrılığa nasıl dayanabiliriz?
Bunun üzerine Allah Teala şu ayet-i kerime’yi indirdi: ”Allah’a ve Peygamberine itaat edenler, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklerle,şehitlerle ve salihlerle beraberdirler.Onlar ne güzel arkadaştırlar!”(Nisa,69)
Allah Resulü(sav.) adamı çağırdı ve ayeti O’na okuyarak müjdeledi.(Taberani ve İbn Merdeveyh’den naklen Kadı Iyaz, eş-Şifa ter. s.401.)
İlim ve akıldan azıcık da olsa nasibi olan bir adamın, O’nu sevmemesi mümkün değildir.İnanmasa bile, O’nun insanlık için çırpınışlarını gören ve insanlığa kazandırdıklarını anlayan,bireysel ve toplumsal hayata yön veren iman, hukuk,yönetim, ekonomi, ahlak, eğitim, hatta savaş ve barışa kadar getirdiği eşşiz değerleri gören, hem de uygulamadaki adalet, eşitlik ve hukukun üstünlüğüne şahit olanlar, O’nu sevmeden, O’nu takdir etmeden edemezler.Peygamberlik, devlet başkanlığı, öğretmenlik, yargıçlık, komutanlık, diplomatlık gibi toplumsal yönleriyle beraber, özel hayatında da âbid, zahit bir insan olarak, hatta bir koca, bir baba olarak sergilediği üstün değerleri ve dengeyi bilen, dünya ve ahiret dengesinde gösterdiği eşsiz başarıya tanık olanlar, O’nu nasıl olur da sevmeden edebilirler?
İnananlara gelince, ayet numaralarını uzatmamak için vermeyeceğiz ama, Kur’an’a baktığımızda şunları görebiliriz: O’nu Allah Teala sevmiş, meleklerine sevdirmiş, övmüş, şanını yüceltmiş, adını adının yanında bir iman şartı kılmış, Rauf ve Rahim gibi güzel isimlerine ortak etmiş, O’na itaatı kendine itaat saymış, O’nu sayma ve yüceltmeyi açıkça emretmiş, alemlere rahmet kılmış, şanına yemin etmiş, kendi ahlakını O’na ahlak edindirmiş,Kur’an gibi bir kitabı O’na indirmiş, mucizelerle desteklemiş, O’nun adına her peygamberden söz almış,dost edinip azabından emin kılmış, O’nun sayesinde içlerinde yaşadıkları müddetçe inkarcılardan bile azabını kaldırmış, dış görünüşü gibi iç dünyasını dahi eşşiz yaratmış, soy olarak seçkin kılmış, günahlardan, ayıplardan, düşüklüklerden, rezilliklerden korumuş, kendisine ve ehl-i beytine selat ve selam getirmeyi ibadetten saymış, O’na küfredip eziyet etmeyi kafirlik sayarak ebedi azapla tehdit etmiştir.Bizzat Allah Tealanın sayıp döktüğü bunca güzel sıfatlardan sonra, hangi inanan O’nu sevmeyecektir, sevemiyecektir? Söze “ anam babam, tatlı canım sana kurban ya Resulullah” diye başlamayacaktır? O’na selat-u selam getirirken burnunun delikleri sızlamayacaktır? O’nun aşkıyla hatta yaşadıkları yerleri bile sevmeyecektir? Bülbüller gibi O’na na’tlar okuyarak “adı güzel, kendi güzel Muhammed” diye şakımayacaktır?...İnananlar için mümkün müdür bu?..O’nu bir kere görmeye karşılık ailesinden ve malından vazgeçmeye hazır binlerce can var ümmeti arasında.İşin hoş tarafı, O da bunu biliyordu.Buyururlar ki:”Ümmetimden beni en çok sevenler, benden sonra gelen ve beni bir kere görmeye karşılık bütün ailesini ve mallarını vermeye hazır olanlardır.”(Müslim, K. Cennet,12,no:2832.)
Ashab-ı Kiramın hayatı, O’na olan sevginin altın tablolarını oluşturur.Bu sevgi karşısında düşmanları dahi dize gelmiş ve “Muhammed gibi sevileni görmedik” demişlerdi.İşte Hudeybiye’de Urve, gördüklerine nasıl şaşırmıştı.İşte eşsiz tablolardan biri daha; kalleş kafirler, Allah’ın dinini tebliğ için çıkmış öğretmenlere pusu kurar, öldürdüklerini öldürdükten sonra, sağ kalanlardan Zeyd bin ed-Desine’yi de parçalamak için Mekke’nin dışına çıkarırlar.O gün henüz müslüman olmayan reisleri Ebu Süfyan, Zeyd(ra.)e sorar:
-Allah için soruyorum ey Zeyd! Senin ailenin yanında olmana karşılık, burada Muhammed’in boynunun vurulmasını ister miydin?
Cevaba bakınız:
-Allah’a yemin ederim ki, benim ailemin yanında oturmama karşılık, Muhammed’in değil boynunun vurulması, ayağına bir dikenin bile batmasına razı olamam!
Cevabını alan adam şöyle demekten kendini alamaz:
-Ben, arkadaşlarından birinin Muhammed’i sevdiği kadar, birisinin bir başkasını sevdiğini görmedim.
Evet, öyledir.Bu, bazen akılla mantıkla anlaşılır bir sevgidir, bazen de aklı ve mantığı aşan bir sevgidir. ”Benim yerime kim ölür” dediği zaman, adamı oynaya oynaya ölüme koşturan bir sevgidir.Bir kadın, Sümeyra Hatun; babasını, oğlunu, kocasını şehit olarak devesine yüklemiş Uhud’dan götürürken “Peygamberimiz sağ ya, hiç bir musibete gam yemem.Gök parçalanıp başıma düşse vız gelir!”diyordu.Bazen de deli deli konuşturan bir sevgidir.Nitekim bahçede çalışırken Resulullah(sav) Efendimizin ölüm haberini alan Zeyd bin Abdirabbih(ra.) olduğu yere çökmüş ve
-Ey Allah’ım!.Artık O’nu göremedikten sonra ne yapayım, al gözlerimi! Demiştir.Tabi duası anında kabul olundu.Vefat haberini alınca Hz. Ömer’in çılgınlığı, sevginin aklı zorlamasından başka ne ile izah edilebilir ?.Belki bu olaydan günler sonradır, bir kadın Hz.Aişe’ye gelerek:
-Bana Resulullah(sav) Efendimiz’in kabrini aç!,dedi.
O da açtı. Kadın, ayrılık acısıyla ağladı ağladı ve oracıkta vefat etti.
Hz.Ebu Bekir, imanın kıymetini bilen biriydi. Mekke fethi günlerinde, pir-i fani babasını aldı ve Resulullah(sav.) efendimize getirdi.Sevgili peygamberimiz, yeni Müslüman olan ihtiyar ve oğluna iltifat ederken, oğlu bu seviç taplosu karşısında ağlıyordu. Allah Resulü:
-Neden ağlıyorsun?, dedi
-Keşke babam yerine Ebu Talip Müslüman olsaydı. Çünkü bu sizi daha çok sevindirirdi!...
Allahu Ekber!!! Allah aşkına bu ne sevgi?!... Allah aşkına bu ne fedakarlık?!..Bu, nasıl bir tercih ediş?!...
Sahabenin hayatının her günü, bu taploların sergilendiği muhteşem zamanlardır.İşte bundandır ki o çağa “asr-ı saadet” yani “mutluluk çağı” denmiştir. Keşke kitabımızı kısa tutmak gibi kaygılarımız olmasaydı da doya doya anlatabilseydik!...
Sayma
Ashabın O’nu en çok sevmelerinin altında, şüphesiz ki O’nu çok iyi tanımaları yatıyor.Hep söyleyip duruyoruz: bilen sever. Ve seven sayar, yani hürmet eder, söz dinler ve uyar. İşte sahabîler O’na sevgileri oranında itaat etmiş ve isteklerine uymuşlardır. O’na itaat kıssalarından bahsetmeye gerek yok Çünkü, öylesine cahilî bir toplumu İslam toplumuna dönüştürmek, hatta bütün bir dünyayı etkilemek ve değiştirmek, olağanüstü bir himmetin, gayretin, çabanın, cihadın eseridir. Bunlar, öndere itaatsiz olabilir mi?
“Lafla peynir gemisi yürümeyeceğine” göre, itaat hem emirdir, hem de gerekir.Tabi ki itaat etmenin alametleri vardır. Kısaca sayarsak bunlar; Kur’an ve sünnete uyma. Allah ve Resulüllah(sav)ın rızasını, her şeye tercih. İslam’ı bilme, yaşama, yayma ve koruma uğrunda canla başla çabalama.Davayı anlama ve uygulama için Kur’an tilaveti, hadis bilgisi, gerekli tüm ilimlerin eğitimi, nafile ibadetler, fazladan hizmetler, zikrullah ve selevat-ı şerife ile çokca meşguliyet.Dua, dua, dua!…İnsana, hayvana ve eşyaya şefkat ve merhamet…Ve nihayet bu güzelliklere düşman olanlara, Allah için tavır alma ve gereğini yapma.