Kültür

Latince asıllı “kültür (cultur)” kelimesi, “ziraatçılık, ekim” anlamlarına gelmektedir. Bu bağlamda Arapçada “Hars” kelimesi de, “ziraat için toprağı sürmek, mal, sermaye, iyi amel” gibi anlamlara gelmektedir. Bugünkü Arapçada kültür karşılığı olarak “sekâfe” kelimesi de kullanılmaktadır. Kültür, kelime olarak ilk kullanılmaya başlanmasından itibaren farklı manalarda kullanılmıştır. Bunlar arasında; “insanın farklı yollarla kendisini geliştirmesi, insanlar arasındaki gelişmişliği, sanat dalları, inançlar, kurumlar, toplumların kendine özgü özellikleri” gibi anlamlarını sayabiliriz. Bu kelime aynı zamanda Tıp, Biyoloji gibi bilimlerde farklı içerik kullanımlarına da sahiptir.

Kültürün kavramsal karşılığı konusunda ise değişik ilimler tarafından onlarca tarif yapılmıştır. Yapılan bu tariflere şunları örnek olarak verebiliriz:  “Bir toplumun sahip olduğu, tarih boyunca meydana getirdiği fikir, sanat, duyuş ve değerlerin tümü”, “Toplumların yaşadığı ve paylaştığı ortak değerler”, “Bir toplumda varlığını sürdüren ve gelenek halinde devam eden her türlü duygu, düşünce, dil, sanat, yaşayış unsurların tamamı”, “Sosyal hayatın dil, düşünce, gelenek, görenek, kurumlar, yasalar, sanat yapıtları gibi her türlü maddî ve manevî ürünlerin toplamı” gibi tanımlamaları zikredebiliriz.

Yapılan bu tanımların ortak noktasından hareketle kültürü, “Toplumların tarihî süreç içerisinde elde ettikleri maddî ve manevî değerleri, yaşam tarzları, övünçleri, davranışları, bunları elde etme ve aktarma yolları, kendilerine özgü inanç ve âdetler bütünü” şeklinde tanımlamak mümkündür.  

Toplumlar, bir taraftan geçmişten gelen değerlerini benimseyip, koruyup, aktarırken diğer taraftan da yaşadıkları zamanın şartlarına göre kültürüne yeni unsurlar ekler veya mevcudun üzerinde değişiklikler yaparlar. Böylece her nesil miras aldığı kültüre maddî ve manevî katkıda bulunur ve bir sonraki nesle aktarır. Bütün bu işlem sürecinde tek tek bireylerin değil, toplumun genelinin kabulünün geçerli olduğu da unutulmamalıdır. 

Medeniyet Ve Kültür Farkı 

Kültür ile medeniyetin aynı mı yoksa farklı mı olduğu tartışılmış ve halen tartışılmaya devam etmektedir. Kültürle medeniyet arasındaki ilişki konusunda yaşanan bu tartışmanın ilgili kavramlara yüklenen anlam farklılıklarından doğduğu anlaşılmaktadır. Başka bir ifade ile sorun; tanım problemidir. Bu anlam yüklemelerine paralel olarak da medeniyetle kültürün aynı olduğunu savunanlar çıkmıştır. Ancak genel kabul; ikisi arasında farklılıklar olduğu yönündedir. Kültür, insanın gelişimi ile alakalı bir kavram olduğu için her insan topluluğunun mutlaka kültürü vardır. Kültürle medeniyetin ayrıştığı esas nokta işte burasıdır. Zira her insan topluluğunun kültürü olduğu halde bir medeniyeti olmayabilir.

Medeniyetler, birçok ulusun ortak malıdır. Medeniyetleri farklı milletler birlikte üretmişler, kendi renklerini bağlı oldukları medeniyete yansıtmışlar, medeniyetlerinin zenginliğine katkıda bulunmuşlardır. Bu yüzden de medeniyetler evrenseldir. Ancak bu evrensel özelliğe sahip medeniyetlerin, her millette görünümü farklılık gösterir ki, bu da kültürdür.

Netice itibariyle kültürle medeniyet arasındaki farklılıklar olarak şunları sıralayabiliriz: Medeniyet evrenseldir, kültür millîdir. Medeniyetler farklı uluslar tarafından benimsenebilir, kültür sadece ait olduğu millet tarafından benimsenir. Milletler medeniyetlerini değiştirebilir, kültürleri ise değişikliğe uğrayabilir.  Medeniyetleri, iktisadî, dinî, ahlakî, hukukî gibi düşünceler (kurumlar); kültürü ise, din, ahlak ve sanat duyguları şekillendirir.

Kültürler de medeniyetler gibi gelişim ve değişime uğrayabilirler. Hiç şüphesiz İslam öncesi Mekke’deki insanların kendilerine ait bir kültürleri vardı. İslam’dan sonra bu kültür büyük ölçüde değişime uğramış, önceki kültürün birçok unsuru ortadan kaldırılmıştır. Dinin kültür üzerindeki bu etkisinde olduğu gibi, yaşam alanlarının değişmesi, bilim ve teknolojik ilerlemeler, ekonomik yapıdaki farklılaşmalar da aynı şekilde kültürel değişimleri etkilemektedirler.

Medeniyetlerin ortaya çıkmaları, gelişimleri ve yok olmaları konularında farklı teoriler ileri sürülmüştür. Kimi düşünür, her medeniyetin teolojik, metafizik ve en sonunda da mantıkî dönemlerden geçtiğini savunurken, Marksist tarihçiler medeniyetlerin, ilkel, feodal, kapitalist ve sosyalist aşamalardan geçtiğini iddia etmişlerdir. İbn Haldûn gibi bazı Müslüman teorisyenler ise, tekâmülcü tezi kabul ederek, her medeniyetin organik yapılar gibi doğup, gelişip ve en nihayetinde öleceğini ileri sürmüşlerdir.

[1]

Daha kısa bir ifadeyle kültür, bir milletin yaşamasını kolaylaştıracak olan bilgi birikimi; medeniyet de, bu kültürün maddî alanda ortaya çıkışıdır. Yani medeniyet, bir anlamda maddî kültürdür. Toplumların, gayelerine ulaşmak için birer vasıta olarak kullandıkları sosyal, hukuk ve ticarî kurallar da medeniyetin bir parçasıdır.

KÜLTÜR DEĞİŞMELERİ 

Değişimi az önce tarif ettik. Bir kere daha ifade edersek değişim, bir yapının biçiminde ve işlemlerinde meydana gelen bir farklılaşma ve yeni bir yapılanmanın oluşmasıdır. Sosyal değişme ise, farklı zaman dilimlerinde sosyal yapı unsurlarında meydana gelen nitel ve nicel farklılaşmalardır. Değişim, miktar bakımından geniş ölçekli veya küçük, dar ölçekli değişim olarak sınıflandırılabilir. Zaman bakımından ise uzun süreli veya kısa süreli değişim olarak ayrıştırılıp ele alınabilir.

Değişme aslında, yeni bir denge ve uyum arayışıdır. Çünkü toplum hayatında uyumun olmadığı veya egemen olmadığı durumlarda toplum ya çözülmüş ya da çözülüyor demektir.

Toplumsal değişme, her çağda ve toplumda gözlemlenen bir olgudur. Her toplum iç ve dış etkilerle bir takım değişmeler gösterir. Yeni bir anlayış ve yeni bir tekniğin benimsenmesi, hayat tarzının buna göre yeniden düzenlenmesini gerektirir. Evet, tarihsel süreçte, toplumlar sürekli değişmektedir. Medeniyetler, hükümet şekilleri, ticari usuller, ideal insan tipleri, hatta kültürler yavaş ya da hızlı bir değişmeye tabidirler. 

Toplum hem maddi hem de manevi unsurlardan meydana gelen bir bütündür. Toplumun maddi varlığı toplumun algı, inanç ve değerleri üzerine kuruludur. Bir başka ifadeyle görünen maddi dünyamızın ve davranışlarımızın altında onların oluşumlarını sağlayan kültürel kodlar söz konusudur. Bu kültürel kodlar, birey ve toplumun hareket rotalarını belirleyen, kaosa yol açmayacak bir harita ve pusula niteliğindedir. Bu bağlamda kültür ve onun bileşenleri çok önemlidir.

Öyleyse kültür için, “bir toplumun başta din olmak üzere sahip olduğu maddi ve manevi kıymetlerden, yani her çeşit bilgi, alaka, ihtiyaç, kıymet ölçüsü, genel görüş ve zihniyet ile örfler, adetler, gelenekler gibi her nevi davranış şekillerinden oluşan bir bütünlüktür” diyebiliriz. Bir toplumun maddî ve manevî değerleri, onların kültürünün, insan ve toplum davranışlarının, dünyayı algılama tarzlarının önemli yönlendirici ölçekleridir. Ancak değerler oluşum sürecinde diğer unsurları; fikirleri, tutum, davranış ve hayatın maddi unsurlarını etkilediği gibi onlardan da etkilenen bir niteliğe de sahiptir. Bu nedenle maddi, manevi kültür ve değerler arasında çok sıkı bir ilişki mevcuttur.

Bütün bunlar bir toplum için çok ciddi bir eğitim ve öğretimin varlığını gerektirir. İlber Ortaylı’nın da dediği gib. “Kültürel yapının objektif (en soi) varlığını coğrafî ve tarihî olu­şum tayin etse de, onun algılanması ve toplumun bilincinin yerleş­mesi ile kültürel yapı somut anlamıyla var olur. Kültürel çevre ve yapıyı algılayamayan bir toplumun yaratacağı kültür (pour soi) yoktur; çünkü onun tarifini yapıp, görünümünü saptayamayan bir toplum kültürel bilince de ulaşamamıştır ve dolayısıyla ortada o topluma has bir kültür yoktur. Tabii böyle bir ideal durum mutlak anlamda var olamaz. Ancak bir ölçüde gerçekleşir. Dolayısıyla bu kültürel bilinç o kültürü saptamak, öğrenmek ve öğretmekle mümkün olur. Bu unsurları öğrenip benimseyemeyen bir toplu­mun, maalesef kimliği de aslında her toplumda bulunan lisan ve din gibi iki temel ayırıcı unsurun varlığına rağmen yeterince sağ­lam temellere oturamaz. Zira lisan ve din bir toplumu diğer toplumlardan ayıran iki önemli kimlik tayin edici unsur olsa da, asıl o lisan ve dinin, toplumun tarihî oluşumundaki rolü, bunların et­rafında gelişen toplumsal kurumlar ve renkler toplum üyeleri tara­fından algılanmadıkça, toplum dış dünyaya karşı yeterli direnç ka­zanamaz. Her zaman her toplumun yabancı kültürlerle karşılaş­ması kaçınılmazdır; ama belirttiğimiz durumda bu halin olumlu alışveriş ve sentezlerle sonuçlanması yerine, yerli kurumların zede­lenmesi, yıkılması ve yenisi ile ikame edilememesi gibi sarsıntılar olur. Toplumlar dinamizmlerini yitirebilir ve kendilerini yeniden üretecek doğru ve isabetli kültürel değişimlere ulaşamayabilirler.

Tarih bilgisi ve bilinci olmadan bir toplumun kültürel kimliğini saptaması son derecede zordur. Dolayısıyla ön planda bugünkü Türk toplumunun mensup olduğu Akdeniz-Ortadoğu bölgesinde İslâm medeniyetinin ne olduğunu bilmek gerekir.” (İlber Ortaylı, Avrupa ve Biz, s. 3.)

Sosyo-kültürel değişme, bir toplumun siyasi, idari ve hukuki yapısında, bilgi ve eğitim sisteminde, maddi alet ve vasıtalar ile bunların kullanılması ve tüketilmesinde az veya çok meydana gelen değişimleri içerir. Bu açıdan bakıldığında kültür değişmesi, bir toplumun kültürünün maddi ve manevi yapısında meydana gelen bir farklılaşmadır.

Kültürel değişmenin faktörleri çok çeşitli olsa da, genelde bir kültürde değişimi etkileyebilecek veya değişime yol açabilecek üç genel faktörden söz edilir. Birincisi, fiziki çevre faktörleridir. Toplumun üzerinde yaşadığı tabiat şartları, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri, iklim şartları gibi unsurlar, kültür sistemleri ve kültürel değişimde belirli bir rol oynar. İkincisi, farklı kültürlerle sağlanan temastır. Her toplumun; siyasi, iktisadi, ticari ve turistik vb. sebeplerle diğer kültürlerle kurduğu karşılıklı etkileşim ve temaslar kültürel değişmede etkili olabilir.

Son olarak, kültürün kendi içindeki etkileşim ve gelişmelerdir. Her kültürel sistem kendi iç katmanlarıyla canlı bir ilişki içindedir. Bu ilişki, yeni formlar, anlayışlar ve değerler doğurabilir.

Bu faktörler daha çok serbest kültür değişimlerinde görülür. Az önce gördük, Mümtaz Turhan kültür değişmelerini gerçekleşme biçimine bağlı olarak “serbest” ve “mecburi” olmak üzere genelde iki ana grupta ele alır. Bunlardan birincisi, serbest ya da gönüllü kültür değişmeleridir. İkincisi, mecburi ya da zorlanmış kültür değişmeleridir. Bu tip değişmelerde toplum, dışarıdan veya yukarıdan aşağıya doğru tanzim edilir. Bu tip değişme, organik değil, zora dayanan mekanik bir değiştirme sürecidir. Buna “empoze kültür değişmesi” de denilir. Bize göre “Batılılaşma” olgusu mecburî bir değişimdir ve millet üzerinde büyük travmalar oluşturmuştur. Reaksiyon da o nispette büyük ve etkilidir.


[1]

Bkz. İslam Kurumları Ve Medeniyeti Tarihi, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi  s. 2 vd.