Otoriteye İtaatin Gerektiği Haller
Bilindiği gibi itaat, emredileni yapmak, yasaklananı da terketmektir. İsyan da bunun tam zıddıdır. Yine bilindiği gibi Hz. Muhammed (as), Yüce Allah'ın kendisine bildirdiklerini insanlara ulaştıran bir elçi olmakla beraber, aynı zamanda hem bir siyasi lider, hem de belli bir dönemden sonra devlet başkanı idi. Onun siyasal egemenliğinin (otoritesinin) meşruiyet kaynağı, doğrudan doğruya Allah Teâla idi.1
Kur'an, müminleri sürekli olarak üç yöne itaata çağırır: Allah'a, Resulullah'a ve ulu’l emr'e.
Allah Rasulü'nün vefatından sonra vahiy devreden çıktığına göre, ulu'l emr, yani devlet başkanı, otoritesinin meşruiyyetini nereden alacaktır?
Şübhesiz ki Kur'an'dan!
Meşruiyetin, yasallığın, dolayısıyla itaatin kaynağı İslam’a göre Kur’an’dır. Ancak, devlet başkanına siyasi olarak güç kullanımında yetki verecek kaynak, müslümanların itaat bilincidir. Elbette bu itaatin, daha önceki konularda gördüğümüz gibi iyilik, hukukilik, istişare ve benzeri bazı kayıtları vardır. Doğrusu Kur'an ve sünnet, bütün bu çerçeveleri açıklamış ve yöneticilerin yetki kaynaklarını açık seçik belirlemiştir.
İtaat kelimesi üzerinden Kur'an'a baktığımızda, genel olarak şu maddeleri görürüz: Allah, kayıtsız şartsız kendisine2 ve peygamberine itaatı3 emretmiştir.4 Bu iki esasa ters düşmemek kaydıyla “ulü’l emr”e itaatı da emretmiştir.5 Bunların aksine kafirlere6 ve münafıklara7 itaatten sakındırmıştır.
Bu anlamda Kur'an’da itaatı bildiren en kapsamlı ayet, herhalde şudur: "Ey iman edenler! Allah'a itaat ediniz, Peygambere itaat ediniz, sizden olan ulü'l emr'e (buyruk sahiplerine) de (itaat ediniz.) Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasule götürün (onların talimatına göre halledin) Bu, hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir"8
Ayette geçen "ulü'l emr", yani buyruk sahibi, yani emir verme yetkisine sahip olanlar'ın kimler oldukları hakkında sahabe ve tabiinin ilk müfessirleri birçok görüşler nakletmişlerdir. Tefsir ve hadis kitaplarında birçok sınıflar sayılmasına rağmen9 bunları iki kısma indirebiliriz:
1-Amirler: Devlet başkanından tutun da, onun görevlendireceği bütün bakanlar, komutanlar, valiler, hakimler vs. gibi idarecilerdir.
2-Âlimler: Özellikle ayet ve hadislerden hüküm çıkarma gücüne sahip olan İslam hukukçuları. Bunlar, eskilerin "erbab-ı ehlü'l hall ve'l akd" dedikleri işleri görüp sonuca bağlayan, ittifakları bütün ümmeti temsil ederek Kur’an ve sünnetten sonra başlı başına bir şer'i delil meydana getiren (icma), devletin yasama, yargı ve eğitim alanında görev alan veya almayan müctehidler veya âlimlerdir.10
Yukarıdaki ayet, İslam anayasasının en temel ilkesidir. Buna göre:
1-Allah'a itaat asıldır. Her müslüman, herşeyden önce Allah'ın kuludur ve O’na kayıtsız şartsız itaat edecektir. Gerisi teferruattır. Çünkü diğer itaatlar, Allah'a itaata ters düşmemek kayıt ve şartıyla söz konusu olabilir. İleride genişçe görüleceği gibi, Allah'a itaata aykırı olan her itaat bâtıldır geçersizdir. Efendimizin (s.a) ifadesi gayet açıktır: "Yaratıcıya isyan olan yerde yaratılmışa itaat olamaz!”11
2-İslamın ikinci temel esası, Allah resulüne itaattir. Aslında bu da bağımsız bir itaat değildir. Yukarıda belirtildiği gibi, meşruiyetini Allah'tan alan bir itaattir. Ama kayıtsız ve şartsız mutlak bir itaattir. Çünkü, Allah'ın bütün emir ve yasaklarını bize bildiren O'dur ve bu konuda yalan söylemesi, emanete ihanet etmesi veya emirleri kendi anlayışına göre değiştirmesi, tahrif ederek bozması asla düşünülemez.12
Olmadı. Olamazdı da. Zira, faraza olacak olsaydı, Allah Teala kesin ifadesine göre buna asla izin vermez, anında can damarlarını kopararak onu parçalar atardı..13 İşte bu yüzden O'na itaat Allah'a itaat, O'na isyan Allah'a isyandır. Dolayısıyla her müslüman, Resul'ün verdiği her emri kesinlikle almak zorundadır. Konuyla ilgili ayet numaralarını az önce kısmen vermiştik. İlgili hadisler de az sonra gelecektir.
3-Üçüncü esas, Ulu'l emr'e itaattir. Bu, bizatihi kendinden kaynaklanan asli bir itaat değil, tâlî, fer'î, dolaylı bir itaattir. Dikkat edilirse ayette "ulu'l emr’e de itaat ediniz” buyrulmayıp, bunlara itaat etmek, peygambere itaat etmeye atfedilmiş, yalnız peygambere itaat etmeye tabi olarak emredilmiş ve bu şekilde tabi olma altında itaat etmenin hem aynı kuvvetle kayıtsız olarak gerektiği gösterilmiş, hem de isyan edilen şeyler de bu hükmün dışında bırakılmıştır. "Allah'a isyan hususunda hiçbir mahlûka itaat edilmez", "İyi ve faydalı şeylere itaat edilir".14 Hadis-i Şerifleri de bunu açıklıyor.
Şu halde amirin her emri, memuru sorumluluktan kurtaramaz. Diyelim ki bir memur, amirinin emri ile rüşvet alsa veya hırsızlık yapsa, sorumluluktan kurtulamaz. Bu mefhum, "amirin kanuna aykırı olan emri, memuru sorumluluktan kurtarmaz” diye de ifade olunur.15
Gerek bu ifadelerden, gerekse ayette geçen "sizden" kelimesinden anlaşılan odur ki, Müslümanların özellikle imamı, önderi, devlet başkanı ve bu arada diğer idarecileri, müslümanlardan biri olacaktır. Çünkü kâfirlerin müslümanları idare etme, yönetme yetkisi yoktur. Onlara bu yetkiyi vermek, Allah'a açık bir isyandır.
Biz, daha önceki bölümlerde Halife olacak insanlarda bulunması gereken maddi manevi şartları saymış ve seçilme usulünü zikretmiştik. Ancak bu şartlar gerçekleşirse bir insan mesuliyetini idrak edebilir. Onun için bu şartları taşımayan cahil, zalim, fasık ve kâfir insanların, Allah'ın hududunu aşan günahkârların zaten halife, yani ulu'l emr olmaları normalde düşünülemez.16
Diyelim ki oldu. Yani zalim, cahil, günahkâr birisi, hilafet şartlarını taşımayan zorba birisi, zorla hilafeti ele geçirdi. Bunun hukuki bir kıymeti var mıdır?
Asla!
Kanunsuz ele geçirilen bu hilafetin, hukuken hiçbir kıymeti yoktur. Kökten batıldır. Kaldı ki kanunsuz emir olmaz, olsa da itaat olmaz.17
Böyle bir durumda meşru emirlerine itaatten bahsedenler de vardır. Ama iyice incelenirse görülür ki aslında o görüş, zaruretin getirdiği bir çaresizliğin gereğidir.18
Diyelim ki ayette istenen vasıflar idarecide, idareye geçtiği anda vardı. Yani, başlangıçta hem müslümandı, hem de Allah ve Resulüne bağlı idi. Yani Kur’an ve Sünnete bağlı kalarak İslam ahkâmıyla işleri yürütüyordu. Böylece idare ve itaati hak etmişti. Ama daha sonra gün geldi, dinden çıktı ve kâfir oldu, mürtet oldu. Veya büyük günahlara daldı veya İslam ahkâmını reddederek insanlara haramları emretti. Bu durumda ona hala itaat edilir mi?
Asla!
Ancak, önemine binaen bu konuyu özel başlığına havale ederek orada etraflıca söz konusu edelim. Fakat burada bir parantez daha açalım ve çok önemli bir tembihe kulak verelim. Elmalılı Hamdi Efendi bu konuda çok gerekli bir uyarıda bulunur ve Nisa Suresi 59. ayette geçen "sizden olan emir sahipleri" ibaresinde birkaç şeye dikkatimizi çeker:
"Dikkate değer kayıtlardan birisi de, müminlere hitap edilerek "sizden" kaydıdır ki; manası apaçıktır.”
Şimdi bu ön hazırlıktan sonra, itaatın gerekliliği konusuyla ilgili sevgili peygamberimizin bazı hadis-i şeriflerini görelim isterseniz:24
"Başınıza başı kuru üzümü andıran Habeşli bir köle bile geçse, aramızda Allah'ın kitabı ile hükmettikçe, onu dileyin ve itaat edin".25
Hadisi şerif, itaat konusundaki Peygamber Efendimizin hassasiyetini bildirmektedir. Çünkü dış görünüşü itibariyle çirkin, içtimaı durumu itibariyle köle bir insan, normal şartlarda devlet başkanı olamaz. Bu, bir gerçeğin mübalağa ile anlatılması demektir. Gerçi halifenin Kureyşli olma şartını aramayanlar bu hadisi delil getirmiş olsalar bile, bu daha aşağıdaki bir görevi bildiriyor da olabilir. Eğer devlet başkanı kastediliyorsa, belki de “zorla bu makamı ele geçiren kimseye, yasaları uyguladığı sürece itaat edilir, fitneye mani olunur” diyenlere bir delil de olabilir. Her halükarda Peygamberimiz (aleyhi's selatu ve’s selam)’ın itaat konusuna verdiği önemi anlatmada harika bir beyandır.
" Kim bana itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur; Kim bana başkaldırırsa Allah'a başkaldırmış olur; Kim emîrime itaat ederse bana itaat etmiş olur. Kim emîrime başkaldırırsa bana başkaldırmış olur."26
İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir müslümanın, günah işlemesi emredilmediği sürece, sevdiği veya sevmediği bütün konularda devleti yöneten kimseye itaat etmesi şarttır. Bir günah işlemesi emredildiği zaman ise kimseyi dinleyip itaat etmez.”27
Hadisten anlaşılıyor ki, zulme, haksızlığa maruz kalan bir Müslüman sabredecek, fitneye sebep olan isyanlardan kaçınacaktır. Ancak zulme maruz kalmak başka, günah olan emre maruz kalmak başkadır. Böyle bir durumda başkana ve daha başkalarına itaat gerekmez. Mesela başkan birisine: “Namaz kılma, hacca gidip de paranı Araplara yedirme, çağdaşlık gereği açıl saçıl, medeniyet gereği içki iç, kumar oyna, domuz eti ye, zina suç değil, yap” gibi günah olduğu kesin bilinen hususları emretmiş olsa, O’na asla itaat olunmaz.
Devlet ve millet zımnen bir anlaşmanın ürünüdür. İslam’a göre Devlet Başkanı ve atadıkları yöneticiler, İslamî esaslar çerçevesinde kanunları koyar ve adaletle uygularlar. Millet de o devlete itaat eder, hoşuna giden hususlarda da, aksi durumda da. Çünkü devlet reisinin, bazı görüş ayrılıkları bulunsa bile, bütün vatandaşlardan isyan etmeksizin kendisine itaat etmelerini isteme hakkı vardır. Eğer bu anlaşma şartlarına karşılıklı olarak uyulursa, orada dirlik, düzenlik ve esenlik vardır. Sonuçta başarı vardır, zenginlik vardır, mutluluk vardır.
Halkın yöneticilere itaat etmesinin şartı, yasaların ilahi kanunlara uygun olmasıdır. Değilse devlet başkanı itaat edilme hakkını yitirir. Zira asıl olan Allah’a itaattir. O’na isyan olan yerde mahlûka itaat yoktur.
İbrahim Canan, sözlerini şöyle bağlar: “Ulemâ, küfre düşen imamın mün'azil olduğunda, bu durumda bütün Müslümanlara, isyan etmenin vacib olduğunda icma etmiştir. İbnu Hacer, hükmü şöyle bağlar: "İsyana gücü yetene sevap vardır. Müdahene eden günahkâr olur. Aciz kalana da oradan hicret gerekir."28
Otoriteye İtaatin Gereksiz Olduğu haller
Buraya kadar yazılanlardan şu özeti çıkarabilirsiniz: Müslümanlar, meşru “ulu’l emr”in, meşru emirlerine itaat borcundadırlar. Efendimizin, biad alırken açıkça bildirdiğine göre müslüman, hem güçlülük, hem de zayıflık halinde, hem zorluk, hem de kolaylık halinde, hatta şahsi haksızlığa uğrama hallerinde bile dinleyip itaat etmek borcundadır.
İdarecide görülen hoşlanılmayan bazı haller, hatta haksızlıklar ve şahsa yapılan zulümler, ona itaat vazifesini kaldırmıyor, isyan hakkını getirmiyor. Bu konuda Peygamberimizin tavsiyesi sabırdır.1 Zira idareden ve cemaatten ayrılmak, cahiliye ölümüne sebep olabilir. Böyle bir itaat, her ne kadar nefse ağır gelse de, kan dökülmesini önleme ve fitne ateşini söndürmesi bakımından tavsiye edilmiştir.
Ancak imam, masiyet, günah, haram olanı emrederse, itaat hakkını kaybeder. Demek ki zulme maruz kalmakla, masiyet emrine maruz kalmak farklı şeylerdir. Masiyet, dinen günah olan, Allah'a isyan manası taşıyan fiildir. Namazı terk etmek, içki içmek, kumar oynamak… birer maiyettir. Şu halde imam, bu çeşit emirlerde bulunursa, bu emirlere itaat edilmez.
Resulüllah'ın (sav) koyduğu kural gayet açıktır.
"Allah'a isyanda kula itaat yoktur."
"Allah'a itaat etmeyene itaat yoktur."
Allah'a asi olana itaat yoktur."2
Açıkça anlaşılıyor ki İslam Devletinde gerek devlet başkanı, gerekse yasama ve yürütme organları, Kur’an ve sünnetin temelini oluşturdukları İslam esaslarına aykırı bir kanunu yasallaştıramazlar, böylesi haramları, günahları kanunlaştırıp yürürlüğe koyamazlar. Hangi makamda olursa olsun hiçbir kimsenin, böyle bir hakkı yoktur. Hiçbir kimse böyle bir kanuna itaat için zorlanamaz. Hâkimler veya yürütmede görev alanlar böyle bir kanunla yargılamada bulunamaz, böyle bir yasayı icraata koyamazlar. İslam devletinde böyle bir kanuna itaat da haramdır.3 Çünkü hukuk devletinde kim olursa olsun kişiler, kendini kanunlardan üstün sayamazlar.4
Bu konuda peygamberimizin bazı hadislerini yazmadan önce, bütün Raşit halifelerin, devletin başına geçtiklerindeki ilk hutbelerinin özünü hatırlatmakta yarar görüyoruz:
"Ben Allah'a ve Resulüne itaat ettiğim sürece, bana itaat ediniz. Ben onlara isyan edersem, bana itaat etmeniz gerekmez”.5
Nevin A. Mustafa, şu görüşte bütün âlimlerin ittifak ettiklerini söyler: "Müslüman yönetici / halife / İslam kanunlarının yürütücüsü ve Allah'ın yasasının uygulayıcısıdır, şahsının mukaddes bir niteliği yoktur."6
Evet, ne şahsın, ne de devletin doğrudan bir kutsallığı yoktur. Kutsal olan, Allah'ın dinidir, emirleri ve yasaklarıdır. Şayet kişiler ve kurumlar, Allah'ın iradesine bağlı iseler bir kıymet kazanır, hürmete layık olurlar. Bu kutsal ile olan olumlu ilişkiden ötürü doğrudan değilseler bile, dolaylı olarak kutsallık kazanabilirler. Allah ile irtibatını koparmış kişi ve kurumlara kutsallık vermek, şirke kapı açmaktır. Şirk ise en büyük zulümdür. Doğrusu şirk, zulüm ve günah ile kutsallığı yan yana koymak, akla zarar bir zırvalıktır.
Bu konularda geniş bilgi için “İlim ve İktidar” ile “İslam’da Devlet ve Siyaset” kitaplarımıza bakılabilir.
1 Bkz. Ömer Özsoy, İlhami Güler, Konularına Göre Kur'an. s. 530
2 Bkz. Al-i İmran 32.132; Nisa 13,59,69,-70; Maide 92 ; Enfal 1,20,46; Tevbe 71 vd
3 Al-i İmran 31-32,132; Nisa 13,59,64,69-70,80; Maide 92, Araf 157-158 vd
4 Nisa, 59; En'am 165
5 Nisa, 59; En’am, 165
6 Al-i İmran 149; Kehf 28; Furkan 52; Kasas 86; Ahzab 1-3, 48 vd.
7 Ahzab 1-3, 48
8 Nisa, 59
9 Bkz.Elmalılı, 3/16; Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Şerhinde 11 görüşü, ileri sürenleriyle beraber zikreder. Bkz.8/706-707
10 Elmalılı, a.e.g. 3/16; Razi, Mefatihu'l Gayb, 10/149
11 Hadis hakkında karşılaştırmalı bilgiler için bkz. İbrahim Canan a.g.e. 6/437
12 Bkz. Cemal Nar, Alimin Önderliği, “Peygamberde Gizleme Yoktur” başlığı, s. 265-285
13 Hakka, 44-48
14 Buhari, Ahkam 4, Ahad 1, meğuz, 59; Müslüm, İmare 39,40; Ebu Davud, Cihad 87; İbn Mace, Cihad 40; Nesai, Bey'at 34 Ahmed 1/82,94,124 4/426,427,432
15 Elmalılı, a.g.e. 3/14. Krş. Abdulkadir Udeh, İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk, 4/194
16 Nevin A. Mustafa, a.g.e. s. 286.; Cassas, a.g.e 2/40
17 Mevdudi, Hilafet ve Saltanat s. 38. Konuyla ilgili ayetler için bkz.Bakara 124/247; Sad.28; Kehf 28; Şuara 151-152; Hucurat 13; Nisa, 5, 58-59, 83.vd.
18 Bkz. İbrahim Canan, İslam'ın Işığında Anarşi, s. 262-263
24 Bu hadisler, Rudânî’nin “Cem’u’l Fevâid” adlı eserinde toplu olarak görülebilir. s.181-187. Tercümeleri de oradan aldık çoğunlukla. Hadislerin geniş bir tahric’i kitap sonuna eklenmiştir.
25 Buhârî, Ahkâm 4, Ezân 54, 56
26 Buhârî, Ahkâm 1, Cihad 109; Müslim, İmaret 33, (1853); Nesâî, Bey'at 27, (7, 154)
27 Buhârî, Ahkâm 4, Cihâd 108; Müslim, İmâre 38. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 87; Tirmizî, Cihâd 29; Nesâî, Bey’at 34; İbni Mâce, Cihâd 40
28 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 6/437
1 Müslim, İmare, 41,42 ,49, 52, (1709); Ahmet Davudoğlu, Müslim Şerhi, 8/717-718
2 Krş. İbrahim Canan, a.g.e. 6/437
3 Abdulkadir Udeh, İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk, 4/241; Mevdudi, İslamda Hükümet, s. 497-498, 521-523
4 Mevdudî, a.e.g. s. 545
5 Kenzu-l Ummal, no:2282
6 İslam Siyasi Düşüncesinde Muhalefet s. 92