Yasama

Devlet üstünde düşünen eski ve yeni alimler, onun görevleri ve bunları yerine getiriş biçimi üstüne çok şeyler söylemişlerdir. Ancak son zamanlarda bütün siyaset ve hukuk bilginleri, devletin görevleri konusunda şu üçlü taksimi kabul etmişlerdir: yasama, yürütme, yargı.

Bunları kısaca hatırlayalım. Yasama, kanun yapan erktir. Yürütme: TBMM tarafından çıkarılan kanunların cumhurbaşkanı, başbakan ve Bakanlar Kurulunca uygulanmasıdır. Yargı ise yine Meclis tarafından çıkarılan kanunları uygulayarak vatandaşların yasal haklarını kanun önünde koruyarak adaleti sağlar ve yürütmeyi denetler.

Sözlükte yasa, kanun, nizam, kısas, yasak ve Çağatayca’da idam cezası manasına gelir.

[1]

Eskilerin “teşri- şeriat koyma” dedikleri yasama, kanun yapma işlemidir. Terim olarak “ulusal veya uluslararası konularla ilgili bağlayıcı ve yaptırım gücü olan kuralları oluşturma, değiştirme yahut var olan kural ve yasaları iptal etme” anlamına gelir. Bir başka deyişle yasama, anayasa ve ona uygun olarak toplum için gerekli olan yasaları yapan kurumdur. Ülke içindeki kanunları bu kurum yapar. Yürütmenin, eski tabirle icranın yaptıkları düzenlemeler yasa değil, tüzük ve yönetmeliklerdir. Bunlar, yasalar değerinde ve gücünde olmayan, daha aşağı derecede farklı kurallardır. Çağdaş siyasi düşüncede devlet içinde en önemli kuvvet yasama olarak değerlendirilir. Çünkü halkın iradesinin tecelli ettiği yer orasıdır.

Laik demokratik sosyal bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetinde Anayasa kanun yapma yetkisini TBMM'ye vermiştir. TBMM genel seçimlerle belirlenen 550 milletvekilinden oluşur. Meclisin yasama yetkisinin kapsamında şu yetkilerin bulunduğu söylenebilir: Kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak. Bakanlar Kurulu ve bakanları denetlemek. Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek. Bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek. Para basılmasına karar vermek. Savaş ilânına karar vermek. Milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak. Anayasanın 14’üncü maddesindeki fiillerden dolayı hüküm giyenler hariç olmak üzere, genel ve özel af ilânına karar vermek. Mahkemelerce verilip kesinleşen ölüm cezalarının yerine getirilmesine karar vermek. Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmek.

On sekiz yaşını dolduran her Türk vatandaşı seçme, otuz yaşını dolduran ve ilköğretimi tamamlayan her Türk yurttaşı da seçilme hakkına sahiptir. Seçim yöntemi yasayla belirlenir. Yasa, "temsilde adalet ve yönetimde istikrar" ilkelerini gözetmek zorundadır. TBMM çalışmalarını kendi yaptığı içtüzüğe göre yürütür. Anayasa ve içtüzük, Meclis'in komisyonlar biçiminde çalışmasını öngörmüştür. Çeşitli uzmanlık konularına göre oluşturulan komisyonlar hazırlık çalışmalarını yaparlar; son söz Genel Kurulundur. Meclisten geçen yasalar, cumhurbaşkanının onayından sonra resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girer. Ayrıca Dilekçe Komisyonu’na her vatandaş başvuruda ve şikayette bulunabilir.

Yasama sürecinin sonunda belli bir siyasal örgüt çatısı altında yaşayan insanların hak, yetki ve sorumlulukları belirlendiği için, bir toplumdaki yasama sistemi, hem o toplumdaki siyasal iktidar ilişkilerini, hem sosyal güçler dengesini, hem de o toplumu çevreleyen egemen değer ve inançları yansıtır.

[2]

İslam’da Yasama 

İslam’da yasama ile laik hukuk sistemlerindeki yasama arasında çok büyük bir fark vardır. Laik devletlerde yasama yetkisi bir kısım kuruluş ve kişilerin elindedir.  İslam’da ise bu yetki, öncelikle Allah Teâla’ya aittir. O ise iradesini Kur’an ile bildirmiştir. Sahih sünnet de bunun bir parçasıdır. Bu iki kaynağın çizdiği çerçevede içtihat ederek İslam alimleri ve hukuk adamları yasaları oluştururlar.

[3]

Peygamber Efendimiz (sav)’den sonraki devrelerde İslam devletinde de bu üçlü taksim hep var olagelmiş ve teşrî / yasama, icrâ / yürütme ve kazâ / yargı adını almıştır. Bunların görev ve sorumluluklarını, devlet içinde dengelenmeye çalışılmış bir gücü paylaşmalarını yukarıda kısmen yazmıştık.

[4]

Bizim buradaki konumuz, İslam açısından yasama erkinin değerlendirilmesidir.

Kur'an'a göre, “Allah'ın kanunlarının hâkimiyeti” ilkesine göre düzenlenen yönetim, hükümranlık hakkından, Allah'ın emirleri lehine feragat etmiş bir yönetimdir. Merkezinde halifelik kurumunun yer aldığı bu yönetimin başında bulunan kişi Allah'ın kanunlarını uygulamakla yükümlüdür. Halife bu göreve getirilişini ve yetkilerini ümmetin seçiminden alır. Bu düzen içinde yönetim yetkisi belli bir sınıf, aşiret ya da kişiye ait bir ayrıcalık değildir. Gerçek anlamda iman etmiş, yerine getirmekle yükümlü olduğu görevleri bilen, dürüst, güvenilir, takva sahibi ve erdemli herhangi bir Müslüman bu göreve getirilebilir. Zalim, şehvet düşkünü, nankör, ilahi sınırlara riayet etmeyen, bilgisiz, akıl ve ruh sağlığı bozuk, bedence özürlü kişiler bu yönetim sorumluluğunu üstlenemezler.

[5]

Demokratik devletlerde anayasalar ve istenirse beynelmilel yasalar, mesela azınlık hakları da dahil temel insan hakları, yasama organı için bağlayıcıdırlar. Bunlara aykırı yasa yapılamaz. Ancak isterlerse onları da değiştirebilme yetkileri olduğuna göre, yasamanın yetkisi kayıtsız ve şartsızdır denilebilir. Demokrasilerde şu cümle meşhurdur: “Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir.” Dikkat edilirse halkın iradesinin hâkimiyeti ile temel insan haklarına aykırı kanunlar yapılamaması ilkesi aslında birbiriyle çelişmektedir. Buradan şu netice çıkar; millet iradesi sınırlandırılamaz değildir. Öyleyse bir millet çoğunluk olarak Allah Teâlâ’nın iradesini kendi iradesinden üstün tutarak onu tercih etse, demokrasilerde buna laiklik bahanesiyle karşı çıkılamaz.

Bu açıdan demokrasilerde kural olarak insan iradesinde özgürdür ve dilediği yasaları yapabilir. Bazıları burada devreye girerek, demokrasinin devamı için laikliği şart koşarlar. “Çünkü laiklik olmazsa, insan ilahî yasalar karşısında özgür olamaz” derler. Bu bir dayatma değil midir? Millet özgür iradesi ile Allah Teâlâ’nın iradesini seçerse, bu seçimin bir kıymeti yok mudur? “Yok” diyenlere sorarız; “maksadınız ne? Üzüm yemek mi, bağcı dövmek mi? Eğer üzüm yemekse, işte millet, işte seçim, işte milletin razı olduğu yasalar.”

Bir örnek verelim. Allah Teala zinayı suç kabul etmiş ve bu suça bir de ceza koymuştur. Mü’min bir insanın bu kanun karşısında özgürlüğü yoktur. Eğer mü’min ise, Allah Teâla’nın koyduğu bu kanunu kabul etmek ve ona tam anlamıyla teslim olmak zorundadır. Eğer bir insan, zinayı suç kabul etmek ve bu suça bir ceza vermek istemiyorsa, din ile ters düşer. Laikliği de bunun bahanesi sayar. İşte o zaman o insan din ile ters düşmeyi göze alacak, dinin o kuralını atacak ve özgür iradesiyle dilediği gibi yasasını yapacaktır. Ya da bu özgürlüğünü Allah Teâla’nın iradesini tercihte kullanacaktır.


[1]

D. Mehmet Doğan, age. s. 1134

[2]

Ömer Demir, Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, s.237.

[3]

Bkz. Ali Şafak, Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 650.

[4]

Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Cemal Nar, İslam’da Devlet Ve Siyaset. Toprak y. İst. 2007.

[5]

Alu İmran, 3/118, en-Nisa, 4/5, 59, 83, et-Tevbe, 9/16, el-Bakara, 2/124, 247; el-Kehf, 18/28, eş-Şuara, 26/151-152, Sad, 38/28, Hucurat, 49/13, Yusuf, 12/55, ez-Zümer, 39/9).