İslam ile Yahudilik ve Hıristiyanlık Mukayesesi

Bilindiği gibi muharref dinler, aslı hak din İslam olduğu halde daha sonradan insanlar tarafından bozularak değiştirilen ve batıla dönüştürülen dinler. Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi. 

Bu muharref dinler Ya­hu­di­lik ve hris­ti­yan­lıkta olduğu gi­bi aslı ba­kı­mın­dan bi­rer ger­çek din iken, sonradan bo­zulmuş, da­yan­dık­la­rı kut­sal ki­tap­la­rın orijinalı or­ta­dan kalk­mış olan din­ler­dir. Bu din­le­rin ilâh inan­cın­da da tevhîd aki­de­sin­den uzak­laş­ma gö­rü­lür. Kendi din adam­la­rı ta­ra­fın­dan bü­yük öl­çü­de kat­ma­lar ve çı­kar­ma­lar ya­pıl­mış olan Tev­rat, bu­gün ya­hu­di­li­ğe millî bir ka­rak­ter ka­zan­dır­mış, ye­rin ve gö­ğün sa­hi­bi olan Al­lah’ın (Ya­ho­va), yal­nız İs­ra­i­lo­ğul­la­rı­nın ilâhı ol­du­ğu, baş­ka mil­let­le­rin, on­la­ra tâbî ol­mak ve hiz­met et­mek için ya­ra­tıl­dı­ğı inan­cı tel­kin edil­miş­tir. Tev­rat’ın her say­fa­sın­da bu gi­bi tel­kin­le­re rast­la­mak müm­kün­dür. Bu yüzden Yahudilik ırka dayalı bir dindir ve başka ırkları adam yerine koymadıklarından dinlerine davet bile etmezler. Bu açıdan bakıldığında dinler arası diyalog çalışmalarına en az katılan onlardır ve bu açıdan bizim için sorun teşkil etmezler. 

Hıristiyalığa gelince, Cenâb-ı Hak Hz. Musa’dan son­ra Hz. İsa’yı İn­cil ile gön­der­miştir. Fakat ne yazık ki insanlar onu hakkıyla koruyamamışlar ve zaman içinde zayi etmişlerdir. Hı­ris­ti­yan­lı­ğın kut­sal ki­ta­bı olan İn­cil’in ori­ji­na­li de bo­zul­muş ve aki­de­de Hz. Adem’den be­ri ge­len tev­hid inan­cın­dan uzak­laş­tı­rıl­mış­tır. Hz. İsa’yı Al­lah ve Al­lah’ın oğ­lu ka­bul et­me ya­hut üç ilâhtan bi­ri­si (tes­lis) say­ma, on­la­rı şirk ve küf­re dü­şü­ren nok­ta­lar­dan­dır. 

Yahudilik de Hristiyanlık da Batıldır

Bugünkü Yahudilik ve Hristiyanlık, onların getirdiği dinin maalesef bozulmuş, aslî özelliklerini kaybetmiş halidir ve bu açıdan onlarla bir ilgisi kalmamıştır. İslam’a göre onlar, aslı hak olmasına rağmen, daha sonra yaşadığı “tahrif” ve “tağyir”, yani “bozulma” ve “değişim” yüzünden artık “batıl” olmuş dinlerdir.

[1]

Allah (azze ve celle) açık seçik bildirir bunu Kur’an’da: “Allah katında hak din, İslamdır.  O Ehl-i Kitabın ihtilafları, kendilerine gerçeği bildiren ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki haset ve ihtiras yüzünden olmuştur. Allahın ayetlerini inkâr edenler bilsinler ki,  Allah çabuk görür onların hesabını.”

[2]

Merhum müfessirimiz Elmalılı’nın veciz ifadesiyle “Allah Teâlâ'nın kendisi için ilke edindiği, peygamber gönderdiği, evliyasını yönlendirdiği din ve sırat-ı müstakim budur. Nimet ve mükâfatını ancak bununla verir, akıbette selamete ancak bununla çıkarır.”

Hatta şu ayetler, Peygamber Efendimiz (Aleyhi's Salatu ve's Selam) ın onların dininden ayrı hak bir din üzerinde olduğunu ve ondan ayrılacak olursa nasıl bir ceza ile karşılaşacağını açıkça bildirmektedirler:

“Ne Yahudiler, ne de hıristiyanlar, sen onların dinlerine tabi olmadıkça asla senden razı olmazlar.  Sen de ki: "Allah’ın hidayet yolu olan İslam, doğru yolun ta kendisidir.  Sana gelen bunca ilimden sonra onların heva ve heveslerine uyacak olursan,  Allaha karşı hiçbir koruyucu ve yardımcı bulamazsın.”

[3]

Ayette açıkça görülen nedir?

Yahudilik  ve Hristiyanlık   diye iki din vardır ve onlara bağlı olanlar, Peygamber Efendimiz (Aleyhi's Salatu ve's Selam)den hoşnut olmayacaklardır. Ne zamana kadar? Onun Allah Teâlâ’dan alıp insanlığa sunduğu din olan İslam’dan ayrılıp, kendilerinin dinlerine girmedikçe.

Peki, İslam hak din ise, o zaman ellerindeki İslam’dan ayrı ve farklı din ne oluyor?

Hak’tan sonra batıldan başka bir şey olmadığına, kalmadığına göre, batıl oluyor!

Hamdi Yazır Merhum, bu ayetlerin tefsirinde, iniş sebebini de içine alan bir sosyal vakıayı dile getirir:

“Yahudiler Hz. Peygamber'e "Gel bizimle bir müddet hoş geçin, bizi memnun et de sana tabi olalım" diye bir teklifte bulunmuşlar. Bu teklifteki art düşüncelerini anlatmak için şu âyet inmiş:

“Ey Muhammed! Ne yahudiler, ne de hristiyanlar sen onların milletlerine (dinlerine) tabi olmadıkça asla senden memnun olmazlar”.

Hiçbir şekilde onların gönüllerini hoş edemezsin, meğerki milletlerine tabi olasın. Hâlbuki senin için, ikisinin de milletine tabi olmak mümkün değildir. Çünkü birbirlerine "hiçbir şey değil" diyen bu iki millet aslında birbirlerine son derece zıttırlar. İki zıddın birleşmesi mümkün olmadığından bu iki milletin ikisine birden tabi olmanın, ikisini birden razı etmenin yolu yoktur. Yahudiler yahudi, hıristiyanlar hıristiyan kaldıkça ikisinin de senden razı olmaları mümkün değildir.

Şu halde sen peygamberlik diline mahsus olan bir belağat ve edeple onlara sadece de ki; ‘Allah'ın hidayeti, işte uyulacak hidayet ancak odur. Hidayet diye ona denilir, sizin hidayet dediğinize değil.’

Bir başka mânâ ile ‘Allah rehberi yok mu? İşte esas uyulacak rehber odur. Allah'ın Resulü, Allah'ın kitabı, Allah'ın dini dururken, başkasına tabi olmak sapıklıktır.’

Özetle hak din, Allah'ın dinidir. Aranacak, uyulacak olan odur. Ben size değil, siz bana uyacaksınız. "Uyulmaya layık olan haktır. Yol hak yolu, hidayet Allah hidayetidir.”

“Onlara işte böyle söyle ve şunu da bil ki; vallahi eğer sen, sana gelen bunca ilimden sonra, mesela onların heva ve heveslerine, keyiflerine uyacak olsaydın, Allah'dan senin ne bir dostun, ne de bir yardımcın bulunur. Ortada kalır, helak olur gidersin. Çünkü Allah katında küfre ve şirke yardım yoktur.”

Hz. Musa ve Hz. İsa da dâhil olmak üzere bütün Peygamberler (Aleyhimu's Salatu ve's Selam) dün kendi dönemlerinde İslam’ı getirmişlerdi ve şayet bu gün gelecek olsalar yine İslam’a tabi olacaklardır.

Bundan çıkan sonuç, Allah İslam’dan razıdır ve O’nun yeryüzünde hâkim olmasını istemektedir. Bunu gerçekleştirme görevini de insanlara vermiştir. Yani inanan insanlara!

Yoksa O, “hepiniz Müslüman olun” deseydi, “hayır olmuyorum” demek kimsenin haddine düşmezdi. Ama O öyle yapmadı. İşi özgür iradeye bıraktı. Son Resülünü bize şöyle takdim ediyor:

“Bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidayet ve hak dinle gönderen Odur. Buna şahit olarak Allah yeter.”

[4]

Öyleyse İslam’ın dışında kalan bütün dinler, yani yaşama biçimleri, sistemler, nizamlar batıldırlar. Aslı semvî din, hak din olmasına rağmen tahrif ve tağyir ile aslından saptırılarak bozulmuş dinler bile batıl olduktan ve yukarıda gördüğümüz gibi Allah (azze ve celle) tarafından reddedildikten sonra, insan eliyle yapılanlar haydi haydiye batıldır ve reddedilmesi gerekir. “Gerçekten sonra sapıklıktan başka ne var ki?”

[5] 

İslam Yahudilik ve Hıristiyanlık Mukayesesi

Bugün ilâhî kaynağa dayanan dinler diye kabul edilen Yahudilik, Hıris­tiyanlık ve İslâmiyet'in temel özelliklerini ve İslâm dininin diğer ikisinden farklı olduğu yönleri de şu şekilde tesbit mümkündür:

1. Allah inancı. Yahudilik Tanrı'nın birliği üzerinde ısrarla durmasına rağmen, en azından tarihlerinin bazı dönemlerinde ona beşerî nitelikler nispet etmişler ve adetâ Tanrı'yı beşerî organ ve duygular taşıyan bir insan gibi tasvir etmişler, insanlaştırmışlardır. Hıristiyanlar ise Tanrı'nın birliğini farklı şekilde ele alıp teslisi savunmuşlar, aşırı bağlılık duygusuyla, Hz. İsâ'yı tanrılaştırmalardır.

Hâlbuki İslâm, Allah inancı hususunda gerek yahudilerin gerekse hiristiyanların sonradan düştükleri yanlışlık ve aşırılıkları düzeltmiş, Tanrı'nın beşerîleşmesini veya beşerin tanrılaşmasını reddetmiş, bu noktada Hz. Mûsâ ve Hz. İsâ'nın hakiki mesajını hatırlatarak Allah'ın bir ve benzersiz olduğu­nu vurgulamıştır.

2. Melek inancı. Meleklerin Allah'ın oğulları ve kızları olduğu iddiasını ve beşerî şekillerdeki tasvirlerini reddederek hem yahudi ve hıristiyanların düştükleri yanlışı göstermiş hem de Allah'ın yüceliğini vurgulamıştır.

3. Kutsal kitaplar. Ne yahudiler ne de hıristiyanlar, Allah tarafından Hz. Mûsâ ve Hz. İsâ'ya verilmiş kutsal kitapları orijinal şekilleriyle muhafaza edebilmişler, Tevrat ve İncil zaman içinde ya kaybolmuş ve yeniden yazıl­mış, ya da çeşitli ilâve ve eksiltmelere mâruz kalmıştır. Kur'ân-ı Kerîm ise hem vahy edildiğinde yazıya geçirilmiş olması hem de ezberlenmek suretiyle muhafaza edilmesi yönüyle orijinal ve aslına uygun şekliyle günümüze kadar gelmiştir.

4. Peygamberlik. Yahudilik ve Hıristiyanlık sonradan tahrif edildikleri için örnek ve önder şahsiyetler olan peygamberlerle ilgili çeşitli iddia ve ifti­ralarda bulunup sonra gelecek peygamberleri kabul etmezken İslâm, hem bütün peygamberlere imanı şart koşmuş hem de onları lâyık oldukları güzel vasıflarla tavsif etmiştir.

5. Dünya-âhiret dengesi. Yahudilik dünya hayatına, Hıristiyanlık da dünyadan uzaklaşıp manevî hayata daha çok ağırlık verirken İslâm her ikisi arasındaki dengeyi kurmuş ve korumuştur:

“Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste, ama dünyadan da nasi­bini unutma...”

[6]

6. Mükellefiyetlerin azlığı. Madde-mâna, dünya-âhiret dengeleri açısın­dan en ölçülü ve kolayca yaşanabilir; çeşitli emir ve hükümlerde kolaylığı öngörmesi açısından en kolay olan din İslâm'dır.

İslâm, diğer ilâhî dinlerde var olan bazı ağır dinî sorumlulukları ortadan kaldırmış, insanın yaratılışına en uygun ve yaşanabilir kuralları sunmuş, böylece dini daha da ağırlaştıran ve yaşanmasını zorlaştıran din yorumcu­larına da önemli bir uyarıda bulunmuştur. Bu son dinin peygamberi Kur'an'da şu şekilde anlatılır:

Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî peygambere uyanlar (var ya) işte o peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O peygambere inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nura (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.”

[7]

Bu âyette hem Mûsâ şeriatında mevcut çok sayıdaki kural ve vecîbelere (temizlik kuralları, yiyeceklerle ilgili esaslar, adetli kadınla ilgili yasaklar gibi) hem de İnciller'de ortaya konan öğretinin gerektirdiği aşırı riyâzetçi eğilim­lere işaret edilmektedir.

İslâm, daha önceki şeriatlarda mevcut bazı ağır yükleri kaldırmış veya ha­fifletmiş, dini daha kolay ve yaşanabilir kılmıştır. Çünkü “İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, resulün de size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıldık

[8]

buyurulmaktadır.

Resûlullah da “Kolay ve yüce Hanîflik'le gönderildim

[9]

diyerek İslâm'ın diğer şeriatlara göre daha mutedil, kolay ve müsamahalı olduğunu vurgulamaktadır.

Kur'an ve Sünnet'te, dinî mükellefiyetlerin azaltılarak ve gerekli ve yeterli seviyede tutulduğu, İslâm'ın insanlara ağır yükler yüklemek için değil, rahmet ve inayet olarak gönderildiği sıklıkla tekrarlanır. Kur'an ve Sünnetteki bu vurgu sebebiyle de İslâm bilginleri dinin anlatım ve yorumunda daima kolaylığı ve uygulanabilirliği tercih etmişlerdir.

 İtikad ve amelde mü’minlerin yolu, Hz. Âdem’den beri gerçek müminlerin tuttuğu tevhid yoludur. Bu öyle bir yoldur ki, Allah katında razı olunan biricik hakiki ve sahih, sağlam dindir. Uygulamada Allah Teâla’ya, Allah'ın Resulü‘ne ve ulu'l-emre itaat olan takva yoludur. Bundan başkasına tabi olmak, tevhit yolundan çıkmaktır, müminler yolu olmayacağı malum ve muhakkaktır:

“Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygamber'e karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir gidiş yeridir.”

[10]

Allah (azze ve celle), İslam’dan başka din edinmeme ve tevhidi koruma hususunda o kadar dikkat çekici, ikaz edip uyarıcı, tabirde hata olmazsa titiz ve duyarlıdır ki, olmaz ya, farz-ı muhal böyle bir şey Resulüllah (sallallahu aleyhi vesellem) tarafından bile yapılacak olunsa, hiç şüphesiz onu da kabul etmeyeceğini açık seçik bildiriyor:

“Şânım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah'dan ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı.”

[11]

“Andolsun,  eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevalarına uyacak olursan, o  zaman gerçekten zalimlerden olur­sun!”

[12]

Hiç şüphesiz bu ayetler Peygamber Efendimiz (Aleyhi's Salatu ve's Selam) den çok ümmetini ikaz eden ayetlerdir. Öyleyse ümmetin iyi bilmesi gerekir ki İslâm'dan başka hak din yoktur. Bu yüzden başka dinlere bir kez olsun bile dönüp bakmamak, iltifat etmemek gerekir.

[13]

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) tebliğ ettiği İslam Dini, Allah Teâlâ’nın  gönderdiği İslam dininin en tamam, en mükemmel son şeklidir. Çünkü son Resulullah olan Hz. Muhammed (s.a.v.) ve onunla gönderilen Kur’an-ı Kerîm, daha önce Allah (c.c.) tarafından gönderilen tüm Peygamberleri, kitapları ve onlarla gelen o zamanın İslam dinini tasdik eder.

Bu son din ve son şeriat, aynı zamanda önceki peygamberlerin tebliğ ettiği dinlerin hükümlerinin, şeriatlarının üstünde bir muhafızdır, bir koruyucudur. Artık bu son şekil varken öncekilerin hükmü nesh olup ortadan kaldırılmıştır. Yani şu anda Allah Teâlâ’nın  katında geçerli olan din ve şeriat, sadece Hz. Muhammed (s.a.v.)’in İslam şeriatıdır.

Allah Teâlâ’nın İslâm hakkında koyduğu bu hükümleri beyan eden birkaç ayetin mealini yazalım :

“Allah katında gerçek din islam’dır.”

[14]

“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, ondan (bu din) asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.”

[15]

“Kim nefsini (tümüyle) Allah’a, O’nu görür gibi teslim ederse muhakkak ki o, en sağlam kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu ancak Allah’a dayanır.”

[16]

“Bugün sizin dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı verip ondan razı oldum.”

[17]

 

[1]

İslam’ı da onlara benzetmek için onda “reform” yapmak isteyen zavallılar yok değildir. Özellikle batıcı – laikçi çevreler, İslam’ın dünya taleblerini bitirmek için bunu çok istemektedirler.Ama emellerine asla eremeyeceklerdir. Çünkü Kur’an-ı Kerim  Allah Teala tarafından korunmaya alınmıştır.

[2]

Al-i İmran, 19.

[3]

Bakara, 120. “Yeter ki Hz. Muhammed (aleyhi’s selatu vesselam)’i resul kabul etsinler. Yahudiler ve Hrristiyanlar da hak din üzeredir. Kendi dinleri ile yaptıkları ibadet geçerlidir.” Diyerek onları da cennete alan, buna haklı olarak itiraz edenlere: ““Cennet babanızın malı mı?” diye çıkışan Süleyman Ateş’in kulakları çınlasın…

 [4] Fetih, 28.

[5]

Yunus 10/32.

[6]

Kasas 28/77.

[7]

A’raf 157.

[8]

Bakara 143.

[9]

Müsned, V, 266; bk. Buhârî, “Îmân”, 29.

[10]

Nisa 4/115

[11]

Bakara 2 /120.

[12]

Bakara 2/145.

[13]

Bkz.Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/365-366. Bakara 120. ayetin tefsiri.

[14]

Al-i İmran, 19.

[15]

Al-i İmran, 85.

[16]

Lokman, 22.

[17]

Maide, 3.