Az önce aile hayatını anlatmıştık. Şunları hatırlayalım: Aile bir kadınla bir erkeğin karşılıklı rıza ile kurdukları sosyal bir kurumdur. İnsan mutlu olmak ve üremek, çoğalmak amacıyla evlenir. Tabi bu evlilikler bir hukukla olduğu gibi, icabında ayrılıklar da bir hukuka bağlı olarak olacaktır. Çocukların doğumu, yetişmesi, nafakası, ölümlerde mirası gibi hususlar hep aile hukuku içinde işlenen konulardır. İslam, evliliklere bir amaç getirdiği gibi, ona çok yüce bir manevî terbiye rolü de vermiş, insanı eğitiminde evliliği teori ve pratikten oluşan bir mektep gibi kullanmıştır. Yüce bir toplum ve iyi bir devlet ve medeniyet inşasında sağlam evliliklerin etkisi çok büyüktür.
Malumdur ki bu aile kurumu her şeyden evvel bir ev çatısı altında yaşar. O ev aslında toplumun küçük bir örneğidir. Aynı zamanda küçük bir cennet olmaya da adaydır. Başarabilenlere ne mutlu!
Ev deyince aklımıza gelen, bir veya birkaç ferdin veya ailenin içine yerleşip uzun süre oturduğu, barınmaya elverişli yerlerdir. Her canlı kendisini soğuktan, sıcaktan, düşmandan, mahrem bakışlardan koruyacak, hayatını rahat ve huzurlu bir şekilde geçirebilecek bir yuva yapmak ihtiyacını hisseder.
Bu yüzden ev hayatında yaşanılan olağan işleri İslam açısından bir değerlendirelim. Orada cereyan eden helal ve haram sınırlarına bağlı disiplinli ve ilkeli bir hayat, bizim ideal cemiyetimizin en büyük göstergesi olacaktır. Mutlu bir aile, mutlu bir toplum demektir. mutlu bir toplum ise büyük bir devlet ve üstün bir medeniyet demektir.
Ev için yuva, ocak, mesken, konut, bark, barınak, tünek, malikâne, köşk, daire, dam, hane gibi çok sıcak ve samimiyet ifade eden kelimeler kullanırız. Ev ismi bir mimari yapıdan çok içinde insan, aile, hatta hayvan barındıran mekânı ifade eder. Bu basit bir çadır, bir oda olabileceği gibi bir saray da olabilir. Kur'an' daki, "Allah hayvanların derilerinden sizin için evler (büyût) yaptı" ayetinde (en-Nahl 16/ 80) deri çadırlar ev olarak nitelendirilmiştir. İnsanın kendisini ve neslini muhafaza edebilmesi ve hayatını sürdürebilmesi için yaptığı yuvaya Arapçada "mesken" ve “beyt” dendiği gibi, Türkçede buna "ev" denir. Biz de “mesken” kelimesini hala kullanırız. Şimdilerde daha çok müstakil olursa “konut”, apartman içinde olursa “daire” denmektedir.
Ev insanı soğuktan sıcaktan koruduğu gibi, cana, mala ve ırza namusa kasteden düşmandan ve kötü kişilerden de koruyan, içinde ailemizle birlikte rahatça yaşayabileceğimiz, istirahat edeceğimiz, dinimizin, örf ve adetlerimizin, kültür ve medeniyetimizin temel değerlerini huzurla yerine getirebileceğimiz bir mekândır.
Bu mekânın genişliği, yüksekliği, içinde bulunduğu Müslüman mahallesi, kişiye az önce andığımız menfaatleri sağlayacak kadar olmalıdır. İlke olarak evin genişi makbuldür. En azından balkonu veya avlusuyla, oda sayısı ve mefruşatıyla insanı huzurlu kılacak, stres ve bunalımlardan koruyacak kadar olmalıdır. Evler aynı zamanda din ve kültürlere göre değişen mekânlardır. O yüzden evin de milli ve yerlisi makbuldür. İnsanoğlunun, yarı ömründen fazlasını içerisinde geçirdiği mesken, birçok açılardan ehemmiyet taşır. Hayatımızın çoğu bu mekânda geçer. Hayat bir imtihan olduğuna göre, imtihanımızın çoğu da burada yaşanır demektir. Burada bizden başka ev halkı ve misafirler bulunur. Bunlarla ilişkilerimizi düzenleyen kanunlar ve kurallar vardır. İşte bunların yerli yerince yapılması, kişinin dindarlığının, ahlak ve faziletinin bir göstergesidir. Bu yüzden bu ilişkiler yumağına bakarak “Din muameledir” hükmünü veririz.
Biz konuya bu açıdan yaklaşacağız. Yoksa “ev” dendiğinde söylenecek çok şeyler vardır. Ama bunların önemli bir kısmı konumuzun dışındadır. Mesela evin konumu, planı, sağlığı, ekonomisi, tezyinat ve mefruşatı vs. bizim bu kitapta ilgi alanımıza girmez. Buna rağmen ev deyince söylenmesi gereken bazı hususlar da vardır.
Şimdi muamele açısından önemli olan konulara geçebiliriz.