İçindekiler
Sohbetle İlgili Ayetler
Sohbetle İlgili Hadisler
Sohbetin Önemi ve Faydaları
Kalbî Sohbet
İlahî Sohbet
Kitapla Sohbet
İhvanla Sohbet.
Sohbet Adabı
SOHBET
Sohbet arkadaş, dost ve kardeşlerle beraber olma, konuşma anlamındadır. Tasavvuf ve tarikatlarda daha çok mürşid ile olma anlamına kullanmıştır.
Bilindiği gibi “sahabi”de, sohbet kökünden alınmış bir kavramdır. Cahiliyyet döneminde büyük bir küfür, şirk, sapıklık, azgınlık ve isyan içinde yüzen bu insanlar, Resulullah (sav) ile sohbet edip manen yetiştikten sonra herbiri melekmisal birer insan olarak ahlak ve faziletin her çeşidinde zirvelere yükselmişler, yer yüzüne İslamın yayılması ve insanlığın saadete kavuşması için maddi manevi hiçbir fedakarlıktan kaaçınmadan hizmet ve cihat etmişlerdir.
Onlar, erdikleri bu sohbet devletiyle, mübüvvet nurundan öyle iktibaslar etmiş, kalblerine yansıyan bu nurla öyle aydınlanmış, öyle içlerine sindirmiş ve öyle yüce bir seviyeye ermişlerdir ki, arkalarından gelen bütün bir insanlık, bir daha asla onların seviyesine erişememişlerdir. Her biri bir yıldız olan o insanlar, insanlığı hidayet yollarına kılavuzlamada başlı başına birer işaret olmuşlar ve irşadlarını ebedileştirmişlerdir. Alimlerin ifadesiyle o nurlu nazarın muhatabı olan ashab-ı kiram, öyle büyük manevi derecelere ermişlerdir ki, daha sonra gelen büyük veliler bile, onların en alt mertebede olanının bile manevi derecesine erişememişlerdir.1
Kendilerden sonra gelen bahtiyar nesil tabiiler de, öylesi mürşidlerin sohbetiyle, yine kesb-i kemal ile seyr-i cemale yürümüş, yer yüzünün müstesna kıymetleri olmuştur.
Dikkat edilirse bütün bunlar, sohbetin bereketi ile olmuştur.
Acaba onlardan sonra o sohbet kesildi mi?
Asla!..
Resulullah (sav) son peygamber olduğundan, risaleti kıyamete kadar bakidir. Artık o risaleti insanlara aktararak, onları aydınlatacak olanlar, O Peygamberin mirasçıları ve vekilleri olan ilmiyle amil alimler ve mürşid-i kamillerdir.2 Allah’a davet, iman, ibadet, hukuk ve ahlakıyla İslam’ı yaşama, İslam toplumunu inşa etme, İslam birliğini gerçekleştirme ve devleti eliyle İslam’ı dünyaya hakim kılma görevi, artık Allah resulünün halifeleri olan yüce mürşitler, mürebbiler ve mücahitlere kalmıştır.
Ve bunlar kıyamete kadar olacaktırlar. İşte Efendimizin müjdesi: “Kıyamet kopana dek ümmetimden bir bölük daima hak üzerinde kalacaktır.”3
Sohbetle İlgili Ayetler:
İyi insanlarla sohbetin önem ve faydalarını anlatan bir çok ayetler vardır.. Bunlardan bir kısmını iktibas edeceğiz ama, aslında çok faydalı olduğuna inanmamıza rağmen ayetlerin konuyla ilgisini yorumlayan tefsirlere, kitabın hacmini büyütmemek için maalesef giremeyeceğiz:
İyilerle Sohbeti Emreden Ayetler:
1-Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.4
2-İyilik ve takvada yardımlaşınız.5
3-Onlar, Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy.6
4-Her haliyle bana yönelenlere uy.7
5-O gün ilahi azaptan korunan müttakilerin dışında bütün dostlar birbirinin düşmanı olur.8
6-(Yüce Allah’ı ve işlerini) bir bilene sor.9
7-Musa ile hızır a.s. kıssasındaki buluşma anı şöyle anlatılır: “Musa ona; sana öğretilenden, bana doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı? dedi. O da dedi ki; Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin? Musa: İnşallah, dedi sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem.”10
Kötülerle Sohbeti Yasaklayan Ayetler:
1-Rasulüm! Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na dua (ve ibadet) edenlerle beraber olmaya candan sabret. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve ve işi gücü aşırılık olan kimseye itaat edip boyun eğme.11
2-Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar kendilerinden uzak ol (meclislerini terket). Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra hemen kalk, o zalimler topluluğu ile oturma.12
3-O, kitapta size indirmiştir ki: Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini, yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar, kafirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir.13
4-Zulmedenlere meyletmeyin,14 sonra size ateş dokunur. (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (ondan da ) yardım göremezsiniz.15
5-O gün zalim kimse (pişmanlıktan) ellerini ıstıp şöyle der: “Keşke o peygamberle birlikte yol tutsaydım”. Yazık bana! Keşke falancayı (batıl yolcusunu) dost edinmeseydim. Çünkü zikir (Kur’an) bana gelmişken O, hakikaten beni ondan saptırdı.” Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yüzüstü bırakıp rezil rüsvay eder.16
Bu ayetlerin Ukbe b. Ebi Muayt hakkında nazil olduğu belirtilmektedir. Rivayete göre Ukbe b. Ebî Muayt, Hz. Peygamber (sav)’in toplantısına çokça gelirmiş. Bir gün ziyafete davet etmiş, Peygamber efendimiz iki şehadet kelimesini söylemeden, yemeğini yemekten kaçınmış. Bunun üzerine Ukbe de kelime-i şehadeti getirmiş, Übey b. Half de onun yakın arkadaşı imiş. Kendisini azarlamış "sapıttın" demiş. O da "Yok, fakat evimde yemeğimi yemekten kaçındı, onun için utandım da şehadet getiriverdim" demiş. Diğeri: "Hayır, sen ona varıp ensesine vurup yüzüne tükürmezsen senden hoşnut olmam" demiş. Bunun üzerine Dârunnedve'de Peygamber secdede iken rastgelmiş ve o kötü fiili işlemiş.
O zaman Peygamber (sav) “Mekke dışında rastlarsam mutlaka senin başına binerim,” buyurmuştu. Bedir günü esir edildiği zaman Hz. Ali'ye emir verip boynunu vurdurdu. Ubey de Uhud'daki savaşta aldığı yaradan Mekke'ye vardığında öldü. İşte böylece Ukbe'ye zikir geldiği halde Ubey şeytanlık ederek onu sapıtmıştı. Öyle ya şeytan, insana çok hızlankar (yardımsız bırakır) olmuştur.17
İşte kötülerle dostluk edenin sesi böyle cehennemden gelir. “Evlâ leke fe evlâ, sümme evlâ leke fe evlâ”.
Sohbetle İlgili Hadisler
Allah için bir araya gelerek sohbet etme, iyilerle birlikte olma, onlara iyilik ve ikramda bulunma, meclis ve sohbet adabıyla alakalı bir çok hadis-i şerifler vardır.18 Hadis kitaplarımızı süsleyen bu güzel sözlerden bir kaçını aktaralım.
1-İyi arkadaş yanlızlıktan, yanlızlık da kötü arkadaştan hayırlıdır. İyilerle dost olan, misk satanla beraber olan gibidir, onun güzel kokusundan alıp sürünmese bile, ondan yayılan koku ona da bulaşır. Kötülerle beraber olan da, demirci körüğünün yanında oturan kimse gibidir. Bizzat körüğünün kirine bulaşmasa bile, onun işi ve pis kokusu üzerine siner.18
2- Kişi, sevdikleri ile beraberdir.19
3- Kişi, dostunun dini üzeredir. O halde herkes, kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin.20
4- Ebu Zerr (r.a) diyor ki:
-Ya Rasulullah! Bir adam iyi bir topluluğu seviyor ama onların ameline gücü yetmiyor, bunun durumu nedir? diye sordum. Rasulullah (sav):
-Ya Eba Zerr! Sen sevdiklerinle berabersin, buyurdu. Ben:
-Ben, Allah ve Rasulünü seviyorum, dedim.
Rasulullah (sav):
-Şüphesiz sen, sevdiklerinle berabersin, buyurdu. Ben, sözü üç defa tekrarladım. Efendimiz de aynısını tekrar etti.21
5- Enes anlatıyor: “Rasulullah (sav)’a bir adam gelerek:
-Ya Rasulullah! Bir adam birisini hayırlı halinden ve amelinden ötürü seviyor, fakat onun gibi amel edemiyor. Bunun durumu nedir? diye sordu. Rasulullah (sav):
-Kişi sevdiği ile beraberdir, buyurdu.
Hz. Enes (r.a) demiştir ki:
-Rasulullah (sav)’ın ashabının (r.a), bu hadisi duydukları gün sevindikleri gibi sevindiklerini hiç görmedim.22
6- “Kim bir topluluğu, yaptıkları işlerden ötürü severse, kıyamet günü onlarla beraber haşredilir ve onların amelini işlememiş olsa bile beraberce hesaba çekilir”.23
7- Resulullah (sav) buyurdu:
-Allah’ın kulları içinde öyle kimseler vardır ki onlar, nebi ve şehid değillerdir. Fakat kıyamet gününde Allah teala’nın kendilerine bahşettiği lütuf ve makamlardan dolayı nebi ve şehitler onlara gıpta ederler.
Ashab: -Ya Rasulullah! Onlar kimlerdir, haber verirmisiniz? diye sorduklarında:
- Onlar aralarında bir akrabalık veya alış veriş olmadığı halde sırf Allah’tan bir ruh (Kur’an) ile, Allah’ın muhabbeti ve rızası için birbirlerini sevenlerdir. Vallahi onların yüzü (o gün) nur gibi parlamakta ve kendileri de nurdan minberler üzerinde oturmaktadır. İnsanlar korktukları zaman onlar korkmazlar, insanlar üzüldükleri zaman onlar üzülmezler. Buyurdu ve sonra: “Haberiniz olsun! Allah’ın velilerine asla bir korku ve hüzün yoktur”24 ayet-i kerimesini okudu.”25
8-Resulullah (sav) buyurdu: -Aziz ve Celil olan Allah Teala kıyamet gününde şöyle diyecektir:
-Benim celalim adına sevişenler nerede? Gölgemden başka hiçbir gölgenin olmadığı şu günde onları gölgemde gölgelendireyim”.26
9-Bir hadis-i kudside Allah teala buyuruyor ki:
-“Benim Celalim adına birbirlerini sevenler var ya! Onlar için nurdan öyle minberler vardır ki, peygamberler ve şehitler bile, onlara gıpta ederler.”27
10-Allah tebareke ve teala hazretleri şöyle hükmetti:
-Benim rızam için birbirlerini sevenlere, benim için bir araya gelenlere, benim için birbirlerini ziyaret edenlere ve benim için birbirlerine acıyanlara sevgim vacip olmuştur.28
11-“Ruhlar toplanmış cemaatlar gibidir. Onlardan birbiriyle önceden tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılırlar.”29
12- İnsanların bazıları zikrullah’ın anahtarıdır. Görüldüklerinde Allah’ı hatırlatırlar.30
13-Rasulullah (sav)’a:
-Ya Rasulullah! Allah’ın dostları kimlerdir? diye sorulduğunda;
-Görüldüğünde Allah’ı hatırlatan kimselerdir, buyurdu.31
14- Resulullah (sav) buyurdu: -Meclisinde bulunacağınız en hayırlı kimseler, görülmesi size Allah’ı hatırlatan, konuşması ilminize bereket katan ve ameli ahirete rağbetinizi artıran salihlerdir.32
15-Hanzala (r.a) Rasulullah’a gelerek:
-Hanzala münafık oldu! Çünkü senin yanında bulunduğumuzda bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyorsun. O esnada onları gözle görür gibi oluyoruz. Senin yanından çıktığımızda ise hanım, çoluk çocuk ve geçim işleriyle meşgul oluyoruz. Bu sebeple çok şeyi unutuyoruz, deyince Rasulullah (a.s):
-Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, eğer siz benim yanımda bulunduğunuzda elde ettiğiniz hali muhafaza edip zikre devam edebilseydiniz, melekler sizinle yataklarınızda ve yollarınızda musafaha ederdi. Fakat Ya Hanzala! Bazen böyle, bazen öyle olur. Buyurdu ve bunu üç defa tekrar etti.33
16-Zikir bahsinde geçen uzun bir hadisde, cenab-ı Allah’ın, zikir meclisinde bulunan başka maksatlılar hakkında şöyle buyurduğunu hatırlayalım:
“Onlar öyle bir topluluktur ki, onlarla oturan şaki (rahmetten mahrum) olmaz.”34
Sohbetin Önemi Ve Faydaları
Konuya girerken de ifade edildiği gibi Ashab-ı Kiramın sohbetle yetiştiğini söyleyen sufiler, “yolumuz sohbet yoludur” derler. Tasavvufa göre kamil bir şeyhin sohbetine devam etmek, en faydalı, en yüksek, en güzel ve en sağlam yoldur.35 Salihlerle oturmak, alimlerle, ediblerle, iyi niyetli insanlarla sohbet etmek insanın yetişmesi için elzemdir. Sohbette zikir, fikir, şükür, ilim, edeb, hizmet, himmet ve tevfik vardır. Sohbeti bırakan bunları bırakmış olur.36
Öyleyse sohbet, meşveret, iş, sadık ve salih kişilerle olmalıdır. Sadık ve salih olmayanlar nefsine zulmetmişlerdir. Zalimlerde hayra bir meyil görülmediği takdirde, zaruri olan görüşmeyi yapıp fazla oturmadan derhal uzaklaşmalıdır. Nitekim Allah teala: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun da sadıklarla beraber olun.”37 buyururken, aynı zamanda zalimlerle oturmayı da yasaklamaktadır: “Hatırladıktan sonra artık zalimlerle oturma.”38
Bunun sebebi, kalpten kalbe in’ikas (yansıma) ve insibağ (boyanma) olmasıdır. Yani iyilerle oturanın kalbine nur, kötülerle oturanın kalbine karanlık ve katılık yansır.39 Yani iyi ve kötü huylar, mikroplar gibi bulaşıcıdır.
Nitekim atalar, “Sirke küpünden sirke, bal küpünden bal sızar.”, “Üzüm üzüme baka baka kararır.”, “Kör ile yatan şaşı kalkar.”, “Kır atın yanında duran ya huyundan, ya tüyünden.”, “Söyle arkadaşını, söyleyeyim kim olduğunu.”, “Yiğit sevdiğinden sorulur.” gibi birçok hikmetli sözleri ile bu gerçeği ifade ederler. Peygamberimizin iyilerle arkadaşlığı misk - koku satanın yanında duran, kötülerle arkadaşlığı da kömürcünün -körükcünün yanında durana benzetmesi,40 aynı gerçeği ifade eden muhteşem sözlerdendir.
Sohbetin bereketi sadece yansıma ile değildir. Bilindiği gibi işin henüz başında olan salik Allah ile huzura varınca ilahi hazretin tecellilerine kendi kendine müstakil olarak tahayyül edemez. Feyz alması için ancak mürşit-i kamil’in Rabbani bir teveccühü, Rahmani bir imdadı vasıtasıyla olur. Mürit, tam sadık olduğu zaman ilk defa kalpten kalbe ilham yoluyla feyz alır. Bazen işaretleri açıklamakla, bazen nazarla, bazen teveccühle olur. Nasıl ki peygamber (sav) efendimiz sahabeyi sohbetle yetiştirdi, mürşid-i kamiller de O’nun varisleri ve vekilleri olarak sohbetine ihlas ve edeble katılan müridleri halleriyle, nazar ve himmetleriyle yetiştirmeye gayret sarfedeceklerdir.
Nitekim, Ebu Bekir et-Tilmisani, bu aşamalı hali şöyle ifade eder; “Allah’la sohbet edin. Buna gücünüz yetmiyorsa, Allah ile sohbet eden kimselerle sohbet edin. Onların sohbetinin bereketi sizi Allah ile sohbet seviyesine ulaştırabilir.”41
Ali b. Sehl de şöyle söylerdi: ”Allah ile dost olup ünsiyet etmek (el-ünsü billah), Allah’ın veli kulları ile ünsiyet etmek ve onlara madden ve manen yakın olmak, Cenab-ı Hakla ünsiyet etmek demektir. Onlar sözü, sohbeti ve davranışları ile insana etki ederek, Onu Allah’a yaklaştırırlar.”42
Ancak, saliki haliyle ve kaliyle (sözüyle) Allah’a vasıl eden şeyhin sohbetinden istifa etmenin elbette bazı şartları vardır. Bunları şöylece özetleyebiliriz; Sohbete, severek ve sağlam yapışarak devam etmek, şeyhine itiraz etmemek, onun önünde ”gassalın elindeki meyyit” gibi olmak ve onu içten sevmek, sadakat beslemek, Peygamberimizin (sav) sünnet-i seniyelerine tam uymak.43
Suhreverdi der ki: “Cenab-ı Hakk’ın yakınlaştırması ve ilahi bir te’lif ile sohbet edenler arasında manevi bir kaynaşma meydana gelir. Fıtri bir temizlik ve ruhi bir alakanın bulunması ile mürid, öylesine şeyhinin edep ve ihtiyarına bürünür ki, bir noktadan sonra şeyhinin iradesini de terkederek, Allah’ın iradesine teslimiyet noktasına yükselir. Şeyhinden aldığı ve anladığı pek çok şeyi, Cenab-ı haktan almaya ve anlamaya başlar. Bütünü ile anlatılan bu hayırların başı, sohbet ve şeyhlerin huzur ve meclisine devam etmektir.”44
“Sadık ve samimi olan bir mürid, şeyhinin irade ve yönetimine girerse, onun edebi ile edeplenir. Bir mumdan yakılan bir başka mum gibi, şeyhin batınından müridin batınına hal sirayet eder. Şeyhin güzel ve etkili tavrı ve davranışı müride yansır. Şeyhin sözleri müridin gönlüne telkin edilir. Tesirli sözler onun iç dünyasında manevi bir aşı etkisi yapar. Şeyhin hikmetli sözleri ve güzel hallerinin birikimi yoğun bir tesir gücü kazandığı için, sohbet yolu ve sohbetteki etkili ve hikmetli sözleri dinlemekle, şeyh ile mürid arasında bir duygu alış verişi ve bir hal intikali sağlanır. Böyle bir alış veriş, kendi iradesinden sıyrılarak nefsini şeyhinin hakimiyetine veren, şahsi istek ve arzularını terkederek “şeyhinde fena” bulan müridlerde meydana gelir.”45 “Çünkü şeyhe, batınları yönlendirme ve kabiliyetleri geliştirme (manevi feth) gücü verilmiştir.”46
Şeyhinin elinde yeni bir dünyaya doğan bir mürid için sohbet, çocuk için ne kadar kıymetli olduğu herkesce kabul edilen ana sütüne benzer. Zamanında ana sütü alamayan çocuklarda gıdasızlıktan ötürü bazı hastalık ve zafiyetlerin görülmesi gibi, vaktini, zamanını ve süresini şeyhinin belirlediği manevi süt emmelerden, yani sohbetlerden mahrum kalan bir müridde de, heva ve hevese tabi olma, dünyaya meyletme ve başkalarına kendini gösterme arzusu gibi bütün kötülük ve günahların kendilerinden kaynaklandığı manevi hastalıklar meydana gelir.
İlim için çalışmak, çeşitli dallarda kitap okumak elbette güzeldir. Ancak, sırf kitap okumakla iyilik ve olgunluklara ulaşılamaz, sohbetten hasıl olan faydalar sağlanamaz. Bazıları, buna şöyle basit misaller getirmiştir; İnsan, marangozların yanında staj görmeden dülgerlik öğrenemez, onların aletlerini kullanamaz. Terzilik de böyle, tıp da böyle. Hatta çiftçilik, bahçivanlık bile bir ustanın yanında görmeksizin, sırf okumakla mükemmel olmaz.
Bir hayli ilimler okuyup diplomasını alan bir çok zat, ancak bir mürşidin sohbetine erdikten sonra kalbinin nurlandığını, basiretinin açıldığını anlar ve eski halinin hiç de hoş olmadığını idrak eder. Eskilerden Gazali (r.a)’nin hikayesini sanırım duymayan kalmamıştır. Yenilerden ise, bakınız Abdu’lbari en-Nedvi neler diyor:
“...O zamana kadar pek çok kitap okudum. İlim erbabının yaşadığı ortamda yaşadım. Mezuniyet diploması almağa muvaffak oldum ve kendimi yazar ve müelliflerden sayıyorum. Fetanet ve zekada arkadaşlarımdan, akıl ve dirayette yaşıtlarımdan geri kalmıyordum. Fakat Şeyh Tehanevi hazretlerinin meclisinde bir çok kereler hazır bulunduktan sonra, anladım ki ben, basiret-i diniyyeden mahrum, dini anlayış ve kavrayıştan uzak, kupkuru, bomboş bir ahmakmışım.”47
“Bırak ilmi ve dini basireti, bırak batınî tefekkürü bir yana, bunlar yüksek makamlardır; günlük hayatı ele al. Günlük hayatımızda bizim edep, güzellik ve medenilik dediğimiz şeylerin hepsini -günlerce şeyh Hazretlerinin meclisinde bulunduktan ve sohbetlerinde nurlandıktan sonra- bildik, gördük, anladık ki biz aldanmışız; hadiselerin özüne değil, kabuğuna bağlanmış, onun tezahürlerini görmüşüz...”48
“Bir tabib, bir müddet onun yanında kaldıktan sonra diyor ki: “Şimdiye kadar bizim kemalat saydığımız şeylerin bir takım noksanlıklar olduğu meydana çıktı. Bizim fazilet telakki ettiğimiz nice şeylerin de bir takım ayıplar olduğu anlaşıldı.”49
Sohbetin bir sırrı da, zor gelen bir çok amelin, kolaylıkla işlenip alışkanlık haline getirilmesidir. Bir de bakarsın ki, eskiden kitaplarda okuduğun, ama uygulamasının olacağını çok uzak gördüğün, hatta hayal gibi gördüğün nice huylar ve ameller, hayatında yerini bulmuştur. Bu, eskilerin “masiyyet” dediği beraberliğin bir berketidir.
Öyle anlaşılıyor ki, ilim öğrenmek insanı sohbetten müsteğni kılamaz. Sohbetin ayrı bir yeri ve özelliği vardır. İnsan, iyilerle yapılan sohbette nefsini daha yakından tanır, kötü huy ve hilelerini görür, kurtuluş yollarını öğrenir, benlikten geçer, teslimiyeti artar. Sırf kitap okumak, insanı o hallere büyük ölçüde erdiremez. Hatta bazen, nefse gurur, kibir, fahr, ucb gelir, aldanma artabilir. Çünkü bu tür okumalar, öğrenmeler ve yeni bilgiler kalbi ve ruhu değil, nefsi beslemektedir.
İnsan, sohbetlerde kalbine gelen yoğun nur ve ilhamlarla, ihsan mertebesinden bir koku duyar. O yüzden mürşitlerle sohbet, yeri bir başkasıyla doldurulamaz bir güzelliktir.
Özellikle tasavvuf ve tarikatların bahsettiği manevi ilimler, tarikat yollarında çok uğraşmış zatlardan alınır. Çünkü onlar, mürşid-i kamil kapısında yıllarca dirsek çürüterek, hizmetler ederek tarikatın adap ve incelilerini bizzat erbabından öğrenmiş kimselerdir, sohbetin bereketi ile zahir ve batın adabını elde etmişlerdir. Bid’atlara, nefsî ilhamlara, yol vurucu, ayak kaydırıcı şeytanlara kendilerini kaptırmazlar. Hem şeriatın hakikatına, hem de tarikatın sırlarına vakıftırlar. İşte, sohbet yoluyla onlardan ilim, edep ve hal almak, doğrusu hiçbir müslümanın kendini müstağni göremeyeceği güzelliklerdir.
Bu ve benzeri sebeplerden ötürü sufiler müridlerin, seyr-u sülukun zorluklarını aşmalarında yardımcı olacak ve manevi terakki merdivenlerini çıkmalarını temin edecek olan meşayih ve kamillerle sohbet etmelerini gerekli görmüşlerdir.
“Tasavvufî sohbet, sırf talebelik ve bağlanmadan daha genel bir şeydir. Sohbet, şeyh tarafından irşad, titiz bir murakabe, müridin muhasebesi, davranışlarını düzeltme, manevi hayatın sırlarını öğretme, analiz ve göstermekten ibarettir. Bunun yanında sohbet, sevecen, merhametli, şefkatli, kızma ve te’dip gereken durumlarda da affedici olmaktır. Mürid canibinden de, itaat, muhabbet teslimiyet ve şeyhin şahsiyetinde fani olmaktır. Bu sayede şeyh, müridle gizli olan manevi yeteneği kanalize eder ve meyvesi meydana çıkacak tarzda onu bilkuvve durumdan bilfiil hale getirir. Kuşeyri’nin hocası Üstad Ali ed-Dekkak şöyle demektedir: “Bir ağaç kendi başına yetişir, fakat aşı ve bakım görmezse meyve vermez. Müridin de bir hocası olmadan, hiçbirşey ortaya çıkmaz.”50
Kalbî Sohbet:
İnsan sosyal bir varlık olduğundan fizik çevreden de etkilenmektedir. Bugün insanların etrafına “aura” denilen bir takım ışınlar yaydığı bilinmektedir. Bu ışınlar insanın çevresinde bir etki alanı meydana getirir. Ayrıca psikolojik haller saridir. Yani sirayet edici, bulaşıcıdır. Korkmuş ve üzüntüye uğramış insanların yanında bulunanlar, o kişinin bu halinden etkilendikleri gibi, sevinç ve neşe içinde bulunanlar da çevrelerini etkilerler. Bu açıdan sohbet bir duygu alış verişidir.51
Bu, tasavvufta sıkça kullanılan “kalbi sohbet, kalp sohbeti ve ruh’ani sohbet”in bir ifadesidir. Gönül sohbetleri, temiz bir gönülden, ilgi, istek ve samimiyet dolu alıcı gönüllere hal sirayet etmesidir. Şeyh ile mürid arasında en güzel kaynaşma, hatta aynileşme, müridin batınına işleyen manevi haller sayesinde gerçekleşir. “Dil dudak deprenmeden, manayı anlamak” diye ifade edilen bu kalbi sohbetler, tasavvufta fevkalede önemlidir.
Bu kalbi sohbetler içten içe sürerken, dıştan görünen ise sadece sükuttur. Sükut, mürşitlerin münacaat ettikleri en güzel sohbet türlerindendir. Onlarda görülen bu uzun sükutu anlamayan yabancılara karşı söyledikleri, “halimizden anlamayan, kal’imizden hiç anlamaz” sözü çok meşhurdur. Gerçekten, zaruret olmadıkça onların meclislerinde saatlerce susup konuşmamaları, her istifadeyi sözden bekleyenlerce pek anlaşılacak bir şey değildir.
“Teslim ehli için sorgu suale lüzum yoktur.” Sözü de, tarikatlarda yaygındır. İnsanlar şeyhin meclisinde, bir çok sorularına söz yada ilhamla, sormadan cevap alırlar. Hal böyle olunca soruya ne hacet? Buna rağmen soru, teslimiyete ters düşer. Bu yüzden tarikatlarda şeyhe soru hoş karşılanmaz.
Buna bir eskilerden, bir de yenilerden iki örnek verelim. “Eşrefoğlu Rumî Hazretleri malum mezarı İznik'de... Hacı Bayram-ı Velî'nin Hayrünnisa adlı kızıyla evlenmiş, Hacı Bayram Camiinin ilk imamı bir Allah dostu. Anadolu Kâdirîlerinin de pîr-i sânîsi. Bakın bu yüce zat-ı şerif de tıpkı Musa Efendi Hazretlerinin (ks) yaşadığını yaşamış, aynı yoldan geçmiş.
Eşrefoğlu Rumi Hazretleri (ks) şöyle anlatıyor başından geçenleri:52
"Şeyhim lüzumsuz söz konuşmaktan hoşlanmazdı. Bir gün ona izinsiz dünyevî bir konu arzettim. Bize: "Çok söyleme küstahlık olur. Sen, edebsiz olursun. Şeyhler huzurunda, müridlere çok söylemek ayıp olur, diye cevap verdi."53
“Musa Efendi Hazretlerinin (ks) yaşadığını yaşamış diyorsunuz. Evet ama O neyi yaşamıştı?” dediğinizi duyar gibiyim.
Musa Topbaş Efendi yaşadığını, üstadı için yazdığı “Sultanu’l Ârifîn eş-Şeyh Mahmud Sami Ramazanoğlu” adlı eserinde anlatıyor.54 Dr. İbrahim Es oradan almış, aklında kalanı yazmış. Bizim içimize sinmedi, aslından alarak yazalım istedik. Musa Topbaş Efendinin bu anlattıkları da günümüzden olan ikinci örneğimiz olsun:
“Bilhassa taht-ı terbiyesinde bulundurdukları kimselerin yerli yersiz konuşmalarını hiç istemezlerdi. Hadimlerinden birisi der ki:
‘İntisâbımın ilk günlerinde üstaza sık sık sualler sormak suretiyle bazı noksanlıklarımı öğrenmek ve bu suretle telâfi etmek niyetinde idim. Fakirin bu halini beyenmeyen muhterem Üstaz hazretlerinin kaşları çatıldı, sima-i âlilerinde büyük bir neş’esizlik zuhur etti. Böyle ma’nasız suallerin bir sâlik için yersiz olduğunu ima ettiler. Hatamı anladım, bundan sonra böyle sualler sormaktan ise edebi muhafaza etmenin luzumunu anladım. Cenab-ı Hakk’ın lutfu olarak huzurlarında uzun seneler kaldı isem de en zaruri sözler hariç, bu müddet zarfında kendilerinden bir sual sormak cür’etini bulamadım…’
Takriben 20-22 sene geçmişti. Bir gün cesarete gelip:
-Efendim, hayli zamandan beri huzurunuzda bulunmaktayım. Buna rağmen herhangi bir şey sormağa cesaret edemedim. Halbuki bir çok kimseler sizinle hayli görüşmeler yapıyorlar ve fazlası ile istifade ediyorlar. Acaba fakirin hali ne ola ki? dedim. Cevaben buyurdular:
- Teslim ehli için sorgu ve suale lüzum yoktur. Bu, gavsu’l A’zam Abdulkadir Geylanî hazretlerinin sözleridir.”55
Bu olay üzerine Dr. İbrahim Es şu yorumu yapar: “Hz. Musa, Hz. Hızır'a talebe olunca, kendisinden soru sormaması istenmiş, ancak buna dayanmasının da zor olacağı söylenmişti: "Benimle beraber olmaya (talebeliğe) güç yetiremezsin!" "Ben sana sonunda hikmetini açıp anlatmadıkça, bana hiç bir konuda asla soru sorma!"56
Yani Hz. Musa (a.s)'dan susmak istenmişti. Zahirî ilimlerde soru, bilgiyi artırırken, batınî yolda soru, durumu tam tersine çevirir. Çünkü soru, kafadaki şüpheyi gösterir. Maneviyat yolu da saf bir inanç ister, şüphe imanla bir arada olmaz. Onun için soru sorulmaz.”57
Şaşılacak bir durum da birbirlerini ziyarete giden bazı zatlar, bir hayli zaman beraber kaldıkları halde, bazen konuştukları hiç olmaz, bazen de bütün konuşmaları sadece girerken ve çıkarken verdikleri selamdan ibaret kalır.
Bu tür olaylara da biri geçmişten, biri de zamanımızdan iki örnek verelim:
“Bir yaz günü Sıhranlı Şeyh Ali Efendi isminde mübârek bir zât elli iki talebesiyle hacdan geldi. Öğleye yakın İsmâil Fakîrullah hazretlerinin huzûruna girdi. Ali Efendi içeriye girince selâm vermedi, konuşmadı, el öpmedi, müsafehâ yapmadı. Edeple bir köşeye oturdu, başını önüne eğip öğle namazına kadar huzurda kaldı.
Namazdan sonra da Allah'a ısmarladık demeden, selâm vermeden huzurdan ayrıldı ve bizim kaldığımız odaya geldi. Yine selâm vermeden, konuşmadan, başını önüne eğip oturdu. İkindiye kadar Molla Osman ile murâkabe yaptılar.
Akşam iftarında her yemekten birer lokma veya kaşık aldı. Molla Osman, Ali Efendiye çok hürmet gösterdi ve hizmet etti. Gece Molla Osman ile sabaha kadar murâkabe edip iç âlemlerine daldılar. O geceyi de böyle ihyâ ettiler.
Sabahleyin yine İsmâil Fakîrullah'ın huzûru ile şereflendi. Yine sessizce oturdu, dinledi ve bir müddet sonra ayağa kalktı. İsmâil Fakîrullah da ayağa kalkıp ona duâ etti. Hacı Ali Efendi el öpüp, konuşmadan dışarı çıktı. İsmâil Fakîrullah'ın talebeleri de Ali Efendiye hürmet edip, elini öptüler. Atına bindirerek Tillo'dan çıkıncaya kadar arkasından gidip onu uğurladılar. Orada uğurlayanlarla vedâlaştı ve talebeleriyle memleketine gitti.
Eve gelince Erzurumlu İbrâhim Hakkı Hazretleri babası Molla Osman’a;
-Efendim! Bu nasıl misâfirdir ki, herkesten çok izzet ve hürmet bulmuştur? dedi. Babası da:
- Bu misâfir diğerlerine benzemez. Kâmil, olgun bir velî olup gönül sâhibidir. Bizim muhterem hocamızın hal ve şânına yakın bir derecesi vardır. Zîrâ bu hâlini merâk ettiğin zât; "Uzun zamandan beri âlemi dolaşırım. Çok memleketler gezdim. Elli seneden beri pekçok evliyâyı ziyâret ettim. Zâhirde bilinmeyen evliyâ ile mânevî meclislerde görüştüm. Ancak bu mübârek zâtın cümlesinden üstün derecelere sâhip, Gavs-ı âzam makâmında olduğunu müşâhede ettim. Bu muhterem hocamızın vücûd-i şerîfini Allahü teâlânın aşkı yakmıştır. Buraya gelip İsmâil Fakîrullah hazretlerinin mübârek yüzünü gördüğümde, kendimi onun gönül aynasında gördüm. İşte benim seyâhatim tamam oldu ve murâdıma kavuştum." dedi.
İbrâhim Hakkı babasına;
- Bu hiç konuşmayan misâfir, bunları size ne zaman söyledi? diye sordu. Cevâbında;
- Biz kalplerimizle konuştuk. Hatta bundan başka daha pekçok hikmetler üzerinde uzun uzun sohbet ettik." dedi.”58
Günümüzden örneği de Sultanu’l Arifin eş-Şeyh Mahmud Sami Ramazanoğlu’ndan alalım. Uzun yıllar O’na hizmet eden Üstad Musa Topbaş Efendi şunları yazar:
”Medine-i Münevvere’de, pek sevdikleri Mevlana Ziyaeddin Kadirî hazretlerinin ziyaretlerine giderler ve bu kalbî mülakat yarım saat sürerdi. Bu müddet zarfında, bir girişte, “esselamu aleykum”, bir de ayrılırken “esselamu aleykum” denirdi. Hepsi bu kadar…”59
Söz Sami efendiden açılmışken O’nun kalb sohbetine bir misal verelim. Sami efendi sükutu seven bir ariftir. “Zaruret olmazsa saatlerce konuşmadığı olurdu. Bu sessizlik hallerinde daimi olarak zikir ve murakabe ile meşgul olurlardı… yanlarında bulunanlar huzurlarında aynı hali yaşarlar, ayrılınca da devam ettiremezlerdi.”60
İşte vermek istediğimiz olay:
“Dr. Semih Bey anlatıyor: Yaklaşık otuz beş sene önceydi. Mevsim sanırım sonbahara doğruydu. Üsküdar'da geniş salonlu bir evde sohbet için toplanmış, Muhterem Sami Efendi Hazretlerinin gelişini bekliyorduk. Şöyle kabaca bir rakam vermek gerekirse elli kişi kadardık, diyebilirim.
Fazla sürmedi, nur yüzlü, asîl mürşid, Sami Efendi Hazretleri teşrif buyurdular. Mütebessim ve mütevazi hâliyle selam verdiler, salondaki sedire diz üstü oturarak yerlerini aldılar. Orada bulunan bir hafız efendiye Kur'an-ı Kerim okuttular. Ardından eûzü besmele, hamdele ve salvele ile, “bu günkü mevzûmuz sükût (susma) tur,” diyerek, mübarek başlarını öne eğip, murakabe tarzında sukût vaziyeti aldılar. Sohbet yârânı da aynı hâle tâbi olup, sükût pozisyonuna girdiler. Artık Efendi Hazretleri ve bizler susarak, susma sohbetine başlamıştık.
Anlaşılıyor ki bize sükût eğitimini kavlen değil hâlen yaptırıyorlardı. Hepimiz, derin bir vecd içinde sükûta gömüldük. Sükût Sohbeti elli dakika kadar sürdü. Sonunda Efendi Hazretleri, "Elhamdülillah sohbetimiz bitti, Allah (c.c.) kabul buyursun, dediler."
Hayatımda o sohbetten aldığım feyzi, başka hiçbir sohbetten almadım, elhamdülillah, bârekallah".61
Belli bir dereceye varan velilerin, sözleri kadar halleri ve nazarları da etkilidir. Sıdk makamına eren insanlar, “kal” lisanından çok, “hal” diliyle konuşurlar. Fiilleri ve hali etkili olmayanın, söyledikleri hiç etkili olmaz. Sözün nuraniliği kalbin nuraniliği kadardır. Kalbin nuraniliği ise, istikamet ve kulluk görevini yerine getirmeğe bağlıdır. İlim ve irfanı ile manevi derinlik kazanmış mürşidlerin nazarı, mürid üzerinde panzehir etkisi yapar.
Böyleleri, sadık bir müride nazar ettiğinde basiret nurları saliki güzel itikat sahibi yapar; Allah tealanın mevahib-i sübhaniyyesine layık hale getirir. Bu manevî alış veriş sayesinde sadık müridin sevgisi ermiş velinin gönlüne düşer. Bu bir mürid için en büyük kazançtır. Hatta “Allah’a giden en kestirme yol, bir velînin kalbine girmektir.” sözü meşhurdur. Çünkü oraya Allah tecellî eder. Böylece kestirmeden buluşmuş olurlar. Onun için bir şeyhin basiret ve muhabbet nazarıyla bakışı, müride güzel bir hal kazandırarak hoş bir etki yapar.
Yunus “Hepisinden iyice, bir gönüle girmektedir” demiş. Suhreverdi’nin şeyhi Mina’da, Mescidu’l hayf’ın etrafında insanların yüzlerine bakarak dolaşırken kendisine “neden öyle insanların yüzlerine baktığı” soruldu. Şu cevabı verdi: “Allah’ın öyle kulları vardır ki, nazar kıldıkları kimseye saadet ve hafiflik kazandırırlar. Ben öyle birirni arıyorum.” Bilenler bir gönül ve bir nazar için nasıl çırpınıyorlar?62
Zaten beşeri eğitimde de en etkili yol, örnek olmak suretiyle yapılan canlı ve doğrudan eğitimdir. “Mü’min, mü’minin aynasıdır.”63 Hadisinde ifade edildiği şekilde kişinin güzel huylarla donanması, o huylara sahip temiz kimselerle beraber bulunmasına bağlıdır.64
İlahî Sohbet:
Sohbete muhtaç olan insanoğlunun, cismani ve ruhanî -kalbî sohbetlerden sonra yapacağı en büyük, en faydalı sohbeti, ilahî sohbetlerdir. (sohbet-i ilahiyye).
Bir salik, biraz önce geçtiği gibi, ilk önce meşayih sohbetine muhtaçtır. Daha sonra adab-ı ilahiyye’yi aldıkca istidat ve kabiliyetine göre perde ve hicapları inceleme usullerine itina ile keşfi açılır ve uzakları seyretmeğe muvaffak olur.
Bunların elde edilmesi, nefisle mücahede derecesine göredir. Salikin bir an olsun huzur-u Rabbani’den ayrılacağı korkusu, yegane mücahedesidir. Dağda, bayırda, çarşıda, pazarda, tenha yada kalabalık yerlerde, hasılı nerede bulunursa bulunsun daima ayık duracak, kesrette çarpan reklamlar kalbini yağma etmeyecek, gözünün iliştiği makamlardan vahdet-i Zat’a halel gelmeyecektir ki, bunların hepsi bir sani’in (yaratıcının) cilveleridir. Mesela, dalgaların çokluğuna bakarak, denizlerin ayrı ayrı olduğunu sanmamak gerektir. Zahir gözlerde görünen kesret, batının gözü ile bakılınca, vahdetten başka bir mana ifade etmesin... Kudret eli birdir, iki değildir.
Her tecelliyat, nefsin makamlarını göstermeğe birer nümunedir. Görmek veya bilmek gerektir. Yunus Emre’nin buyurduğu gibi:
Ben burda seyrederken, acep sırra erdim ahi
Siz de bilin bu sırrımı, Hakk’ı bende buldum ahi
Bende gördüm, bende buldum, benim ile ben olalı,
Suretime can olalı, kim ettiğin bildim ahi.
Tevhid sahasında nefsin makamlarını idrak ve keşfetmekle, kemal kesbedilir. İnsan, terakkiye müs’aiddir. Cenab-ı Hak, meleklere terakki isti’dadını vermemiştir. Bunu, yalnız insanlara bahşetmiştir. Bu Terakkiye sebep, çektiği mihnet, meşekkat, gam ve gussalardır. Bu gibi çileleri, dost için çekmeli ve şikayet etmeyerek razı olmalıdır.”65
Aslında her sohbetin hakiki manası, huzur ve âgahlıktır. Bundan murad da, sohbet-i Hak’tır. Bu sohbeti sevenler, dünya ve ukba sohbetlerinden hoşlanmazlar, vuslat-ı Hakk’a en yakın olan sebeplerden bahsederler.
Cenab-ı Hak Zat’ı ile dünyaya hazır ve nazırdır. İnsanın huzur tutması, zatına olmak iktiza eder. Agahlık, zattan yana olmalıdır. İnsan kendini yoklamalı ve imtihan etmelidir; kendisinde gerçekleşen huzur, Allah Teala’nın zatına mıdır, sıfatına mı, ef’aline midir? Ademoğlunun kemali, bundan anlaşılır. demişler: “Kişinin himmeti ne ise, kıymeti de odur.”
Agahlık, zikre devam ile hasıl olur. Öyle bir hale gelir ki, zikr-i Hakk’ı gönülden çıkarmayı istese dahi mümkün olmaz. Zikrullah o derece kalbe yerleşir. Bundan maksad da Allah’ı bilmektir.66 Bundan sonrası ise fena, beka ve ötesidir ki, konumuzun dışında sayılırlar.
Sohbet-i ilahiyye’ye talip olanlar Allah teala’nın onca azamet ve kibriyasıyla kendilerine yakın olduklarını bilir ve daima edeb üzere olurlar. Yalnız kaldıklarında huzurla oturur, gözlerini yumar, azalarını toplarlar. Zahirde şeriatın emirlerine uyar, yasakladıklarından kaçarlar. Devamlı abdestli olur. Her hal-u kârda tevbe ve istiğfara devam eder, “aman”a düşerler.
Batınlarında edebi muhafazaya daha gayretli olurlar. Zira batınî edebi korumak daha güçtür. Kalplerinin kapısında sürekli durur. Cenab-ı Hakk’ın düşüncesinden gayrıyı oraya, ister hayır ister şer, sokmazlar. Çünkü kalbe masiva girerse perde olur. Allah, “bir göğüste iki kalp yaratmadığını”67 bildirir. Kalp bir olduğuna göre, orada yalnız Allah olmalıdır.
Bu devlet kolay ele geçmez. O yüzden bir yandan cismani sohbetle yetişirken, bir yandan da devamlı zikirle yakınlık kazanmalıdır. Sonuçta inayet-i ilahiyye ile murakabe ve mükaşefe ehli sıddîklerden olunur inşallah.
Kitapla Sohbet
İslam’ı ihlasla yaşayan Allah dostlarının yazdığı kitapların insan kalbine ne kadar etkili olduklarını sizler de fark etmişsinizdir. Gerek doğrudan kendi yazdıkları, gerekse sohbetlerinden notlar tutularak meydana getirilen mürşitlerin nice kitapları, doğrusu insanın ta canına işliyor ve onları okumak, sair kitaplardan çok farklı bir tesir icra ediyor. Bakınız Sülemî, Muhasibî, Gazali, Geylani, Kuşeyri, Suhreverdi, Mevlana, İbn Arabi, Şarani, Rıfai, Rabbani, İbrahim Hakkı vb. bir çok mutasavvıfların yazdıkları, bu günün insanlarını hala etkiliyor, irşad ediyor, hayra yönlendiriyor. Sanki aramızda yaşıyorlarmış gibi çağdaş ve günceller...
Bu yüzden bir çok büyükler müridlere, şeyhlerinin eserlerini okumayı tavsiye eder, önerirler. Sık sık şeyhini ziyaret ederek sohbetine katılma imkanı bulamayanların, onun ruhaniyet dolu sözlerinden belli bir istifadeyi bulacaklarını müjdelemiş ve “Bu kitapları okumak, sohbet yerine geçer” demişlerdir.
Gerçekten de, meşayıhın eserlerini tenkit, tahkik, araştırma vb. maksatlarla değil de, doğrudan doğruya istifade etme, ruhi, kalbi, ahlaki olgunluğa erme amacıyla okuyanlar, onlardan çok çok istifade ettiklerini içlerinde hissederek ikrar ederler.
Öyleyse evliyayı bizzat ziyaret ile sohbet devletine nail olamayanlar, hiç olmazsa onların yazdıkları veya onları yazan kitapları, aralıksız okumalıdırlar. Böylece onların hallerini bir başka kanalla içlerine ağdırır da ruhlarını arındırmağa biiznillah muvaffak olabilirler.68
İmam Şaranî’nin “Tabakatu’l Kübra”sını basanlar kitabın hemen başına O’nun şu cümlesini koymuşlar: “Bu eseri okuduktan sonra bir kimsenin içinde Allah yoluna koşmak arzusu doğmuyor ve içinde aşk ateşi parlamıyorsa, o ölülerle aynı seviyededir.”
Bundan anlaşılan, büyüklerin hayat hikayelerini ve hikmetli sözlerini okumak insanın içinde aşk ateşini tutuşturur ve ilahî yola sevkeder.
Atar, “Tezkire”de “onları okumak, kalp askeridir.” der.69 İbrahim Dusukî de: “Sadık mürid, salihlerin hallerini anlatan kıssaları, menkibeleri öğrenmeğe, anlamağa çalışır. Bu kıssalar ve menkıbeler onun için en büyük hazinelerdir. Menzil-i maksuda vasıl olabilmek için büyük yardımcıdırlar.” er.70
Gönüller sultanı hace Yusuf Hemedanî “Tarikat Adabı” risalesine şöyle başlar: “Bir p’ir ile sohbetten mahrum olan müridin her gün bu taifenin sözlerinden 8 varak (16 sayfa) okuması gerekir. Böyle yaptığı takdirde bu sözler onun gönlünün dirilmesine sebep olur.”71
Kur’an-ı Kerime baktığımız zaman orada bir hayli kıssalar buluyoruz. Bu kıssaların neden bu kadar yoğun anlatılması ve anlaşılması üzerinde ciltler dolusu kitaplar yazılmıştır. Herhalde amaç sırf hikaye anlatmak değildir. “Kıssadan hisse” sözü boşuna değil…
Ancak burada daha önce şahsi tecrübelerini aktardığımız Abdulbari en-Nedvi’nin sözlerini tekrar hatırlamamız gerekir; sırf okumakla arzu edilen olgunluk ele geçmez. Hayatın hiçbir alanında ve hiçbir ilim dalında çıraklık, kalfalık yapmadan, staj görmeden, uygulama yapmadan başarıya ulaşılamaz. O yüzden manevi olgunluğa erişmiş bir mürşidin sohbeti olmadan, maneviyattan bütünüyle zevk almak ve istifade etmek mümkün değildir.
Burada zikredilenler, öncelikle bir mürşidin terbiyesine giren ama onu sık sık ziyaret ederek sohbetine katılma devletinden mahrum olanlar içindir. Daha sonra diğerleri için.
Bir müerşidin eğitimine girmeden, sadece tasavvufi eserleri okuyarak seyr-u süluk yapmaya ve manevi terbiyesini yürütmeye çalışanlara, Ömer Ziyaeddin Dağıstani’nin şu uyarısını hatırlatırız:
“Tasavvufi eserleri okumakla boş yere ömür tüketeceğine, o eserlerdeki sözler kendisinde hal olmuş ve şahsında yaşanır bir şekle getirmiş canlı bir mürşide teslim olup onun işareti üzere amel ederek, zikir, fikir, huzur, Allah’ın dışındaki diğer duygu ve düşüncelerden kalben kopmaya çalışması daha iyi ve daha kolaydır.
Ancak sen; “ben bir mürşidi şeyh olarak benimsemeden şer’î ve tasavvufî eserleri okuyarak nefsin gailelerini, kalbi hastalıkları ve tedavi yollarını ögrenebilirim” dersen ben de buna “evet” cevabını veririm. Ne var ki bir kimsenin zikir, fikir, huzur ile kalbi ilgi ve alakalardan kurtarması, vücut ve varlığı ile bir anlık meşguliyeti, sayısız kitap ve eserleri senelerce kuru kuruya okumaktan daha hayırlıdır.”72
İhvanla Sohbet
Tarikatlarda sohbet, her ne kadar özellikle de şeyh ile olmak anlamında ise de, bilindiği gibi bu kelime arkadaşlar, dostlar, kardeşler ve diğer insanlarla beraber olmayı, konuşup ülfet etmeyi de içerir.
Tasavvuf klasiklerimizin ilki sayılan Ebu Nasr Serrac (ö. 378/988)’ın yazdığı “el-Luma”dan başlayarak hemen her kitapta sohbet işlenmiştir.73 Ancak bu kitaplarda genellikle bu başlık altında, dostluk ve kardeşlik adabı anlatılır. Kısaca “kimlerle arkadaşlık kurulup kurulmamalı ve bu arkadaşlığın şartları, gerekleri neler olup olmamalıdır.”
Bu konu hadis kitaplarımızda ve tasavvuf klasiklerimizde cidden derin olarak işlenmektedir. Biz bu bilgileri doğrudan hedeflemedik. Ancak bu konuya daha önce “müridin ihvanı ile adabı” bölümünde kısaca değinmiştik. Burada ise yine kısaca sohbet adabını özetleyip geçmek istiyoruz:
Sohbet Adabı
Tarikatlarda sohbete son derece önem veren mürşitler, öncesi esnası ve sonrasında olmak üzere sohbetin bir çok adabından bahsetmişlerdir. Bunlardan bazılarını belirtelim:
1. Mürid sohbet gününe aşk ve şevkle hazırlanmalıdır. O gün işi yoksa evden çıkmamalı, sohbeti kendisi yapacaksa okunacak yazı veya yapılacak konuşma önceden hazırlanmalıdır. Eğer işi varsa dışarıda fazla oyalanmadan eve dönmeli, ruhen dinlenmeli ve hazırlanmalıdır. O günün akşam yemeğini hafif yemelidir. Bütün bunlar sohbette uyku bastırmaması, gaflete düşülmemesi, azami ölçüde kalben ve ruhen istifade edilebilmesi içindir. Bu istifadeyi gerçekleştirmesi için Allah (c.c)’a yalvarmalıdır.
2. Sohbete, mümkünse gusledilerek, değilse ama muhakkak abdestli gidilmeli, temiz ve güzel elbiseler giyilmeli, güzel kokular sürünülmeli, saç sakal, kılık kıyafet, nezaket ve nezahet gibi maddi manevi temizlik ve güzelliğe son derece dikkat edilmeli; ter, çorap, yemek vb. kötü koku ve görüntülerden özellikle kaçınılmalıdır.
3. Sohbete, Allah’ın rızası gözetilerek gidilmeli, meclis adabına uyulmalı, herkese hizmet, hürmet, muhabbet ve kibarlıkta kusur edilmemelidir. Bunun gerçekleşmesi için içten içe Allah’a dua edilmelidir.
4. Sohbete zamanında gelinmeli, sohbet bitince de daha fazla oturup eğlenmeden kalkılmalı, eve varıldığında da o feyizle erkenden yatılmalıdır. Başlanılmış sohbet selamla bile olsa asla bölünmemeli, boş olan yere dikkat çekmeden oturulmalı, geliş ve gidişlerde lüzumsuz merasimlerden kaçınılmalıdır.
5. Sohbet edene çok yaklaşıp rahatsız edilmemeli, can kulağı ile sohbet dinlenilmeli, abes veya sohbete aykırı söz ve işlerden uzak olunmalı, iş olsun diye söze karışılmamalı, lüzumsuz soru sorulmamalı, sohbetin ahengi bozulmamalıdır. Hatta anlamadığı yerler olsa bile, sohbetin akışını bozmamak için soru sorulmamalıdır. Belki sormak istediği konular sohbet esnasında açıklığa kavuşur da sormaya gerek kalmaz.. Değilse daha sonra münasip bir zamanda sorar.
Sohbet esnasında uyuma, esneme, geğirme, parmak çıtlatma veya başka hoş olmayan işler yapmamaya son derece dikkat edilmelidir. Hatta tesbih bile çekilmemeli, bütün dikkatleri sohbete vermeli, vaktin ve sohbetin kıymeti bilinmelidir.
6. Bir şeyler ikram edilecekse sohbetten önce edilmeli, sohbet esnasında ilgi ve dikkatler dağıtılmamalıdır. İkram esnasında da gıybet, nemime, yalan, malayani gibi dilin afetlerinden sakınılmalı, nazik, kibar, edepli sözlerle hal hatır sorularak gönül alınmalıdır. İkram, sünnettir diye yapılmalı, israf ve gösterişten kaçınılmalı, herkesin her zaman zahmetsizce yapabileceği, fakirlerin bile sıraları geldiğinde sıkıntıya girmeden yapabilecekleri ikramlardan olmalıdır. Asıl olan sohbettir. Hiç kimse ikram külfetinden kaçıp da sohbeti terk eder duruma düşürülmemelidir. Kardeşlerine daha fazla ikram yapmak isteyenler, sohbet gününün dışında başka bir günü seçmelidirler.
7. Sohbetler Kur’an-ı Kerim okunarak başlanmalı ve bitirilmelidir. Meclisten ayrılırken, sohbet esnasında olabilecek hataları gideren me’sur dualar okunmalıdır.
8. Sohbet zaman ve zemine göre uzatılıp kısaltılabilir. Bir sohbet ortalama 40-50 dakikadır. Dinleyenlerin ilgi ve isteği, konuşmacının durumu, ihtiyaçların icabı gibi durumlar müstesnadır.
9. Sohbet meclislerindeki hizmetlere gönüllü talip olunmalı, hizmet ehli belirlenmiş ise müdahale edip düzen bozulmamalı, onlara teşekkür ve dua edilmelidir.
10. “Meclis emanettir” kaidesine uyulmalı, sır saklanmalı, mecliste geçen özel durumlar, başka yerlerde anlatılmamalı, izinsiz sohbete insan getirilmemeli veya bu konuda bir müsamaha varsa, haddi tecavüz edilmemeli; getirilen kişi de cemaata tanıtılmalıdır. Giriş ve çıkışlarda son derece ihtiyatlı ve tedbirli olup dikkat çekmemeye özellikle çalışılmalıdır.
11. Sohbet arkadaşlarını çoğaltmak için gereken gayret gösterilmeli; sohbet meclislerinin çoğalması için gereken maddi manevi hizmet ve vazifeler aşk, şevk ve ihlasla yapılmalıdır.
Ancak tevfik ve sevab yalnızca Allah’tan beklenilmeli; başarı olmazsa ümitsizliğe düşülmeden yeniden bir muhasebe yaparak gayret ve çabaya devam edilmeli, başarı ihsan olunursa Allah (c.c)’den bilip şükredilmeli, ucb, gurur, kibir, riya, süm’a, şan, şöhret, riyaset ve minnet gibi manevi kir ve hastalıklardan korunulmalıdır.