Eşi ölmüş veya eşinden boşanmış kadın veya erkek için dul deriz. Dul kalmak daha çok kadınlar için kullanılır. Yetim, babası ölmüş olan erginlik çağına ermemiş çocuktur. Öksüz ise anası veya hem anası hem babası ölmüş olan çocuktur. Çocuk sözünden, reşit çağına ermemiş, yani 18 yaşından küçükler anlaşılır. Erginlik çağına girdiği halde, rüştünü ortaya koyamamış çocuğa ve kocası ölmüş olan kadına da yetim denildiği olur.
Dul, yetim ve öksüz deyince akla ilk gelen, yalnız ve yardımsız insandır. Toplumun en zayıf insanlarıdır bunlar. Vaziyetleri gereği maddi imkânları genellikle az olduğu gibi, onları sevip okşayan, dertlerini dinleyip teselli edenleri de yoktur. Bu manevi yoksulluk, maddi yoksunluktan çok daha ağırdır.
Bu yüzden güzel dinimiz İslâm, dullara, öksüzlere, yetimlere iyi davranılmasını, sevilip başlarının okşanmasını, mallarının korunmasını son derece tavsiye eder. Dul kadın, bir yandan ekonomik zorluklar içindeyken, bir yandan da ırz ve namusunu koruma ihtiyacı hissederek endişe içinde yaşar. Öte yandan her insanda olan şehvetlerini meşru olarak yerine getirememenin ızdırabını yaşar. Hele yanında yetimleri varsa, sorumlulukları daha da büyür. İşte bu kadınlara muhtaç oldukları konularda yardımcı olmak, devletin olduğu kadar hayırlı Müslümanların da vazifesidir.
Peygamberimiz Efendimiz: "Dul ve yoksullara hizmet eden, fi-sebilillah cihad eden gibidir."
[1]
Diyerk buna teşvik etmiştir.
Dul kadınların iddetler bittikten sonra yeniden evlenmelerini ayıp saymak, yanlış bir düşüncedir. Bu yanlış anlayış, müsait birçok dulun perişan olmasına sebep olmaktadır. Bu durumda olanlar, “insanlar ne der?” kaygısını atarak, Allah Teâlâ’ya karşı durumlarına bakmalı, haksız yere kınayanların kınamasına aldırmamalıdırlar. Ancak kendi rızasıyla yetimlerini büyüten, sırf bu yüzden evlenmeyen veya bu durumu erteleyen faziletli kadınlara da çok sevap vardır. Kitap ve sünnet bu üç sınıf insana dikkat çekmiş, bunları Müslüman toplumun bir imtihanı saymıştır.
Sevgili Peygamberimiz (sav) Beyhekî’nin rivayet ettiği bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Şu iki zaif hakkında Allahtan korkun! Dul kadın ve yetim çocuk."
Kur'an-ı Kerîm'in 21 yerinde doğrudan veya dolaylı olarak yetimlerin gözetilmesi emredilmektedir. Bu âyetlerden birisinde şöyle buyurulmaktadır:
"Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir".
[2]
Bu âyetteki yetim malı yemekten maksat; onların mallarını sahiplenmek, haklarını yemektir. Yoksa içerisinde yetim bulunan bir aileyi ziyarete gidildiğinde onların ikram ettiği bir şekeri almamak değildir.
Hz. Peygamber de bir hadîsinde; yetim malı yemeyi insanı helâk eden yedi büyük günah arasında saymıştır.
[3]
Yetim, kendi malını idâre edemeyeceği için, onun mallarını vasîsi idare eder. Onun şahsî işlerini ise velîsi yürütür. Vasî, yetimin malından, maddî zararı kesin olan harcamalarda bulunamaz. Yetimler reşit olarak erginlik çağına ererlerse malları kendilerine teslim edilir. Bu işlemin şahitler huzurunda olması tavsiye edilmiştir. Şayet erginlik çağına geldiklerinde kendilerinde mallarını güzelce idare edebilme yeteneği görülmezse, 25 yaşına varıncaya kadar kendilerine malları teslim edilmez. Bu yaştan sonra artık kendi mallarını idare ederler. İşte konuyla ilgili ayet:
“Yetîmin malına yaklaşmayın, yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (onun malına) en güzel biçimde (yaklaşabilir, onu uygun tarzda sarfedebilirsiniz); ölçü ve tartıyı tam adâletle yapın..."
[4]
Peygamber Efendimiz ise bir hadîslerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Siz. (fertlerin ve milletlerin mahvolmasına sebep olan) helâk edici yedi günahtan sakınınız!"
Ashabı kirâm:
“Yâ Rasûlüllah! Bunlar hangileridir?" diye sorunca, Peygamberimiz:
"Âllah'a şirk (ortak koşmak), büyü yapmak, Allah Teâlâ'nın öldürülmesini haram kıldığı kimseyi öldürmek-haklı olarak öldürülen müstesna-; tefecilik; yetim malı yemek; düşman ile savaşırken kaçmak; hiç bir şeyden haberi olmayan namuslu bir kadına zinâ isnâd ve iftira etmektir" buyurmuşlardır.
[5]
Akıl ve mantık ölçüsünde düşünüldüğü takdirde, yetim malı yemenin ne kadar kötü olduğu açık bir şekilde anlaşılabilir. Anası-babası ölmüş, küçük yaşta bakıma muhtaç bir vaziyette kalmış, henüz kendisine miras kalan malı çekip çeviremeyecek durumda ve çaresiz bir yetimin malını yiyenlerin bu dünyada mutlu olamayacakları gibi, öbür dünyada da büyük cezaya çarptırılacakları âyetlerde ve hadîslerde açıklanmıştır.
İslâm dîni, yetim malı yemek bir tarafa, aksine yetimlerin ve mallarının korunmasını emretmektedir. Bu konuda da Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Sakın öksüzü ezme, dilenciyi azarlama...”
[6]
Peygamber Efendimiz de, yetîmleri koruyan ve onların işlerini üzerine alıp yürütenler için şöyle buyurmuşlardır:
"Ben ve yetîmin işlerini deruhte eden kimse, Cennette şöylece beraber bulunacağız" buyurarak, şehâdet parmağı ile orta parmağını işaret ederek, aralarını ayırmıştır".
[7]
Yetim malı yemek ne kadar kötü ve büyük günah ise, onları korumak da o derecede sevaptır ve hayırlı bir iştir. Onun için her insanın çevresinde bulunan yetim ve öksüzleri görüp gözetmesi ve kendi malına sahip olup, işletebilecek seviyeye gelinceye kadar onları koruması dînî ve aynı zamanda insânî bir görevidir.
Öyleyse “Din muameledir” hadisi ışığında yetimlere, öksüzlere ve dullara karşı muamelemizi yeniden gözden geçirmeli, büyük hesap gününden önce kendi muhasebemizi yapmalıyız.