İnsanlarla iyi muamelenin anahtarı selamdır. O yüzden bir Müslüman, dinimizin kendisine öğrettiği selamı güzel bir şekilde kullanarak insanlarla ilişkilerini iyileştirmeli ve geliştirmelidir.
Selam sağlık, selamet, esenlik, huzur, emniyet ve barış ifade eden bir kelimedir ve aynı zamanda Allah Teala’nın isimlerinden biridir. Bir birleriyle karşılaşan insanlar, bir dostluk, bir yakınlık, bir güven ifadesi olarak sözlü selam verir veya işaret ederler. Nitekim “selamı sabahı kesmek” demek, küsüp konuşmamak, bütün ilişkisini kesmek demektir.
Her milletin kendine göre bir selamı vardır. Müslüman milletinin selamı ise, karşılaşmalarda veya girip çıkmalarda en azı “Esselamu aleykum. ” demektir. Ortası “Esselamu aleykum ve rahmetullah”, en fazlası da “Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh” demektir. Bundan sonrası sünnet değildir.
Kur’an’da selam ile ilgili bir hayli ayet vardır. İşte bir kaçı:
“Siz bir selam ile selamlandığınız zaman, siz de ondan daha güzeliyle karşılık verin veya verilen selamı aynen iade edin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır. ”(Nisa, 86.)
“Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip ev halkına selam vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir. Herhalde bunu düşünüp anlarsınız.”(Nur 27)
“Ey Muhammed! İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani onlar İbrahim'in huzuruna girmişlerdi de "Selam sana!" demişlerdi. İbrahim: "Size de selam" demiş ve içinden: "Bunlar tanınmamış bir topluluk!" diye geçirmişti. İbrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzağı getirdi. Onu önlerine sürerek: "Yemez misiniz?" dedi. ”(Zariyat 24-25) Bu ayetleri, bir de “misafire ikram” adına okuyalım.
Ebu Ümâme (ra. ) anlatıyor: "Resülullah (sav) bize selâmı yaygınlaştırmamızı, tanıdık, tanımadık herkese vermemizi emretti. "
Ebu Üseyd es-Sâ'idi (ra) anlatıyor: "ResülulIah (sav), Abbâs İbnu Abdilmuttalib'in evine girerken, Abbâs (ra)'a: "Esselamu aleyküm" buyurmuş, ev halkı da: "Ve aleykesselam ve rahmetullahi ve berekâtuhu" diye selamını almışlar. Sonra Resülullah, "Nasılsınız?" diye hal-hatır sormuş, onlar da: "Allah'a hamdolsun, iyiyiz. Babamız ve anamız sana feda olsun, sen nasılsın ey Allah'ın Resülü!" diye karşılık vermişler, Aleyhissalâtu vesselâm da: "Allah'a hamdolsun, ben de iyiyim!" buyurmuştur. "
Şu hadis ne kadar önemli, değerli ve müjdelidir: ”Sizler iman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Size, yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şeyi bildireyim mi? Aranızda selamı yayınız. ” (Müslim, İman, 93.)
Sahabenin selam anlayışı dahil bir çok nükteyi içeren bir olayla bitirelim. :
“Kays İbnu Sa'd İbni Ubâde ( ra. ) anlatıyor: "Resûlullah (sav) bizi, evimizde ziyaret etti. Ve: "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!" dedi. Babam, çok hafif bir sesle mukabelede bulundu. Babama: "Resulullah'a izin vermiyor musun?" dedim. O: "Bırak, bize çokça selam okusun!" dedi. Resûlullah (sav) tekrar: "Esselamün aleyküm ve rahmetullah!" dedi. Sa'd yine hafif bir sesle mukabele etti. Sonra Resûlullah (sav) tekrar:"Esselamün aleyküm ve rahmetullah!" dediler ve döndüler. Sa'd peşine düştü ve: "Ey Allah'ın Resulü, ben senin selamını işitiyordum. Ancak, bize daha fazla selam vermen için alçak sesle mukabele ediyordum" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam onunla birlikte geri döndü. Ondan su isteyip gusletti. Sonra Sa'd, zaferan veya versle boyanmış bir havlu verdi, Aleyhissalatu vesselam ona sarındı. Sonra ellerini kaldırıp: "Allah'ım, Sa'd İbnu Ubade ailesine mağfiret ve rahmet buyur!" diye dua etti. Sonra yemek yedi. Geri dönmek isteyince Sa'd (ra), bir merkeb yaklaştırdı. Üzerine kadife bir örtü yaymıştı. Resûlullah (sav) merkebe bindi. Sa'd bana: "Ey Kays, Resulullah'a refakat et!" dedi. Ben de refakat ettim. Yolda Aleyhissalatu vesselam bana: "Benimle sen de bin!" dedi, ben imtina edince: "Ya binersin, ya dönersin!" buyurdular. Ben de geri döndüm." (Ebu Davud, Edeb 138, (5185).)
Selamı vermek sünnet, almak ise vaciptir.
Karşısından bir çocuk bile gelse bir tevazu alameti olarak selama önce başlamak sevgili Peygamberimizin âdetiydi. Bizim de öyle yapmamız edep ve sevap açısından daha güzeldir. Ancak selamda edep ve ölçü, küçüğün büyüğe, binilinin yayaya, yürüyenin oturana, azın çoğa, inenin çıkana, girenin içeride olana, çıkanın da içerde kalana selam vermesidir. Kalabalıkta birer kişinin alıp vermesi de yeterlidir. Herkesin katılması daha sevap ve fazilettir.
Namaz kılana, abdest alana, Kur’an okuyana, ders verene, va’z edene veya konuşma yapana ve dinleyenlere, ezan ve kametle meşgul olana, mahkemede hâkime, günah işleyene, tuvalette olana selam verilmez. Yemek yiyene selam, “ben de açım” demektir. Müslüman olmayanların “hayırlı sabahlar, günaydın” vs. gibi selamlamalarına misliyle mukabele edilebilir. Müslümanların kendi aralarında böyle yapması, bid’attır. Selam verilirken işittirilmelidir. Ancak yüksek sesle uyuyanlar uyandırılmamalıdır.
Erkekler genç kadınlara selam verir mi? Diyelim ki verdi, o kadın selamı alır mı?
Burada üstünde durulan kadın ile erkek arasında bir fitneye meydan vermeme düşüncesidir. Fıkıhta bir kaide vardır: “Def-i mefsedet celb-i menfaatten evladır. Yani kötülüğü önlemek, iyiliği elde etmekten önce gelir”. “Sedd-i zeraî” de kötülüğü önlemenin gereğini bildirir. Eğer verilen selamda iki tarafta veya birinde bir fitne, şehvet veya kalplerin kayması olacaksa, verilmemelidir. Diyelim erkek verdi, kadın o selamı almaya dinen mecbur değildir. Ancak zamanımızda garip bir durum vardır. Kadınlardan gerek iş arkadaşlarına, gerekse akraba, arkadaş eş ve yakınlarına selam vermeyen bazı Müslümanlar, başka konularda rahatlıkla konuşuyor, hal hatır soruyorlar. Bu durum fitneye kapı açmıyorsa, selam haydi haydiye açmaz, o takdirde selam vermek ve almak dinin bir muamelesi olarak gerekli olacaktır.