Tevazu gerçi kişisel bir güzel huydur. Ama güzel neticeleri başka insanlara ve topluma yansıdığı için, muameleler konusuna girdirdik.
Tevazu; alçak gönüllü olma, kibirlenmeme, büyüklük taslamama demektir. Layık olduğu mertebeden daha altlara bilerek inme ve insanlara öyle muamele etme, mütevazı kişilerin güzel ahlakındandır.
Çünkü tevazu ile insanlar, kendilerinden aşağıda olan insanlara küçük muamelesi yapmaz, onları horlamazlar. Arkadaşlarına üstünlük taslamazlar. Büyüklerine saygıda kusur etmezler. Böylece toplum içinde insanlarla rahat anlaşır ve kaynaşırlar. Bu kaynaşma, cemiyetin huzur ve selametini sağladığı için, din ve dünya açısından çok çok önemlidir.
O yüzden, mütevazı insanlar sevilir, sayılır ve yüceltilirler. Aksine kibirli insanlar sevilmez, horlanır ve aşağılanırlar. Tevazu sahibi insan, ancak iki yerde kibirli olabilir: Biri kibirli insanların karşısında. Çünkü “kibirliye karşı kibir, sadakadır.” denilmiştir. Diğeri de cihat meydanındadır. Burada düşmana çalım satarak tekebbüre izin vardır.
[1]
Aslında evreni iyi tefekkür eden birisi, Allah Teâlâ’nınn azameti karşında kendi küçüklüğünü, acizliğini, faniliğini anlar ve tevazudan başka bir çare bulamaz. Bunun en iyi farkında olan, en üstün insandır. Şüphesiz O da Resulüllah (sav) Efendimizdir. Âlemlere rahmet olarak yaratılan o insan, evinde yer süpürür, yamalığını diker, koyununu sağar, eşlerine ev işlerinde yardım ederdi. Sokakta kendi yükünü kendisi taşır, arkasından kalabalıkların yürümesinden rahatsız olur, eşeğe biner, hatta terkisine adam alır, çocuklar dâhil herkese önce kendisi selam vermeye çalışır, meclisinde özel yer edinmez, boş bulduğu yere oturur, el öptürmez, kendisine ayağa kalkılmasını hoş karşılamazdı. Hz. Enes (ra) anlatıyor:
"Ashab'a Resulüllah (sav)'dan daha sevgili kimse yoktu. Buna rağmen Aleyhissalâtu vesselam'ı gördükleri zaman ayağa kalkmazlardı, çünkü O'nun bundan hoşlanmadığını biliyorlardı."
[2]
Devlet Hazinesi ve özellikle de onun “humus” dediğimiz “beşte biri” emrinde olduğu halde karnı hep açtır, elbiseleri yamalıklıdır.
Allah’ın O’na verdiği özelliklerden biri de, huzuruna ilk gelenleri heybetinden ötürü bir titremenin almasıdır. O da onları sakinleştirir: “Korkma, sakin ol, ben padişah değilim. Kureyş’li kuru et yiyen bir kadının oğluyum” derdi. Şu tevazu örnekleri insanları nasıl dize getirmez ki?
Mutrıf İbnu Abdillah, babasından naklediyor: "Benî Âmir heyetiyle Resûlullah (sav.)ın yanına gitmiştik.
- "Sen bizim efendimizsin!" diye hitap ettik.
- "Efendi, Allah'tır!" buyurdular. Biz:
- "Fazilette en ileride olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin!" dedik. Bize:
- "Söylediğinizin hepsi bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi mübalağalı övgülerle koşturmasın!" buyurdular."
[3]
Hz. İbnu Abbâs (ra) anlatıyor: "Hz. Ömer (ra)’in şöyle söylediğini işittim: "Resûlullah (sav)ı dinledim diyordu ki: "Hakkımda, hıristiyanların Meryem oğlu Ìsa'ya yaptıkları gibi aşırı övgülerde bulunmayın. Şurası muhakkak ki ben bir kulum. Benim için "Allah'ın kulu ve elçisi deyin."
[4]
Vakar ise, ağırbaşlı, temkinli, sakin ve acelesiz olmaktır. Heybetli, yerini ve değerini bilen, makam ve haysiyetini koruyan adama “vakûr” derler. Kibir ile alakası yoktur. Onlar, aynı zamanda alçakgönüllüdürler de. Makam sahibi insanların, vazifeleri esnasında vakarlı olmaları, faydalıdır.
Tevazu orta yoldur ve güzeldir. Bunun, ister azlık, isterse çokluk olsun, aşırısı kötü huydur. Azlığı zillet, çokluğu ise kibirdir. Mütevazı olmakla zilleti karıştırmamak lazımdır. Tevazuda aşırılık insanı zillete, herkesin oyun ve eğlencesi olmaya, maskaralığa götürebilir. Alçak gönüllü olacağım diye, kimsenin hakaretine, düşük davranışlarına tahammül etmemeli, fırsat vermemelidir.
[1]
Uhud harbinde sevgili Peygamberimiz mübârek ellerinde tuttukları kılıcı, ondan öğrendiği şekilde hakkını vermek için alan ve savaş meydanına yürüyen Ebû Dücâne (ra) keyfinden, pehlivanlar gibi çalımla yürümeye başladı. Aslında Eshâb-ı kîrâm, Peygamberimizden öğrendikleri gibi, mütevâzi, alçak gönüllü, kibirsiz insanlardı. Bu yürüyüş herkesin dikkatini çekti. Resûl-i Ekrem efendimiz (sav) şöyle buyurdular: “Bu yürüyüş, Allah Teâlâ’nın gazabını çker. Ama harp meydanı hariç” (Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe 128.).