Yazılar

Bu hesabı kimler sorar?

Bir önceki yazımızda “Gelelim şu intihar eden taze gelinimize” demiştik. Okumayanlar veya hatırlamayanlar o yazıya bakmalılar.

Keşke bu kızımız küçük yaşta başına gelen bu felaketi annesine söyleyebilseydi zamanında. Ya da hiç olmazsa nişan – düğün öncesinde. Söyleyememiş işte…

Neden söyleyememiştir?

Bir yandan utanma, el aleme rezil olma duygusundan, bir yandan da tabi ki korkusundan.

İki Patron

Sizde de oluyor mu öyle; saatlerce oturursunuz, telefon gelmez. Bir abdeste kalkarsınız, peş peşe telefonlar. Arada bir evde unuturuz cebinizi, o zamanda dostlar sanki inadına ararlar.

Eve girdiğimde telefonumun bülbül sesi şakıyordu. İnşallah yetişirim dedim içimden. Selam kelam, hal hatırdan sonra karşımdaki bir iş yeri sahibi patron soruyor:

Çek Elini O Omuzdan

Oturmuş tv seyrediyoruz. Davos’ta Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Başbakanı konuşuyor.

Aa! O da ne?

Oturumu yöneten terbiye fukarası adam elini başbakanın omzuna atıyor ve kesmesini söylüyor.

Kimsin sen?

Başbakanla peynir ekmek mi yedin de elini omzuna atıyorsun?

Bu ne saygısızlıktır böyle?

Hem de haksız olarak?

Peres’e 27 dakika, Erdoğan’a 12 dakika.

Bu adaletsizliğe kim katlanır? Hem niye katlanacak ki?

Üstelik sataşma var, cevap da gerekir!

İçimizdeki Şimon Peres’ler...

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bütün dünyanın gözleri önünde kendisine, ülkesine ve Filistin halkına yapılan saygısızlığa sert tepki gösterirken...
Ve bu haklı tepkiyi akıl ve vicdan sahibi her ülke, her halk ve her insan ayakta alkışlayıp desteklerken...
Dünyada sadece iki kesimden tepki geliyor...
Birincisi Amerikalı ve İsrailli Yahudilerden...
İkincisi Türkiye’deki kartelden ve muhalefetten...
Şaşırmadık ama çok manidar...

“Aydınlanma Yolu Tasavvuf”

Erkam Yayınlarından yeni çıkan son kitabımızın adı böyle. Kitap orta boy olarak basılmış olup 336 sayfadır. Bütün çalışanlarıyla birlikte Erkam Yayınlarına çok teşekkür ederim.

Her çağda güncel olmakla beraber, yaşadığımız şu yıllarda da tasavvuf çok yoğun bir şekilde konuşuluyor, tartışılıyordu. Bazı dostlarımız ısrarla tasavvuf ve tarikatlar hakkında çok kısa ve özlü bilgiler veren bir kitap yazmamızı istediler.

“Hayır” Diyebilmek

Yeri geldiğinde “Hayır” diyebilmek, bir özgürlük ve bağımsızlık alametidir, bir kişilik göstergesidir. Zamanı ve zemini gerektirdiğinde bunu diyemeyenler, hürriyet ve şahsiyetlerini kaybetmişler demektir.

Hatırlarsınız, Kamuran İnan diye birisi vardı. Daha çok dış politika ile ilgilenirdi.

İşte o zat bir kitap yazmıştı. İlk çıktığında bir hayli konuşuldu da. “Hayır Diyebilen Bir Türkiye” istiyordu orada.

Davos’ta bu gerçekleşti işte. Ama “evet” demeye o kadar alışmıştı ki bizim “monşerler”, bu “hayır”a da “hayır” dediler.

“İsrail Karşıtlığı” Ne Demek?

“İsrail Karşıtlığı” diye bir laftır gidiyor medya’da bu günlerde.

“Bu olmamalı imiş. Bu ayıpmış. Bu çağdışıymış. Bu bize yakışmazmış!”

Sahi öyle mi?

İsrail karşıtlığı ile Yahudi karşıtlığı, yani “antisemitizm” aynı şey mi?

Buna “evet” diyenlere bazı diyeceklerimiz var elbette.

Ama ondan önce bazı ülkelerin adını da yazalım ve soralım, “bunlar niye? Yıllardır bunları siz yapmadınız mı?”

Mesela “İran Karşıtlığı” var mı bu ülkede?

Arabistan karşıtlığı mesela?

Türkiye’nin “Araplara kayması” nasıl karşılanıyor kimi çevrelerde?

Halk Aydına Ders Veriyor!

Bu nasıl bir ülke böyle Allah aşkına, “halk” “aydın”a ders veriyor.

Ben şimdi sevineyim mi, üzüleyim mi?

Sevinmeliyim, çünkü aydın bir halkım var. Sağduyulu bir halkım var benim. Akıllı, dengeli, sabırlı, serinkanlı ve marifetli.

Ferasetine de hayranım onun.

Bir devlet böyle bir halk yetiştirmek için kültür, sanat ve eğitimine ne kadar para harcar değil mi?

Ama asıl garabet de burada zaten.

Halk, devletin eğitiminden, ideolojisinden, resmi görüşünden farklı ve ayrı olduğu için böyledir.

Bunu nasıl izah edersiniz?

Mutediller Ve Radikaller

“Asr-ı Saadet” dediğimiz mutluluk çağında müslümanların elinde İslâm’ı öğrenmek için iki temel kaynak vardı: Kur’an ve sünnet.

Gerektikçe üçüncü olarak da ictihadı devreye sokuyorlardı. Yani Kur’an ve sünnette bir mesele hakkında hüküm bulamamışlarsa onlar doğrultusunda akıl yürütüyor, çözüm araştırıyor ve mutmain oldukları görüşle amel ediyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v), ictihadı memnunlukla karşılamış hatta teşvik etmişlerdi.

Acaba Utandılar mı?

İçimden geçiyor doğrusu, merak ediyorum, “acaba azıcık da olsa utandılar mı?” diye.

“Umutsuz vaka” demiştim bir yazımda ama, aslında kimseden umut kesmemeli. Sabırla iyilik anlatılmalı ve umutla beklenmeli.

Allah’tan umut kesilmez. Hidayeti veren odur değil mi? O hidayet verirse kim mani olabilir ki?

Diyelim Mehmet Ali Birand.

Davos’tan “flaş flaş” diye ilk görüntüler geldiğinde, hemen canlı yayında şöyle diyordu:

Sayfalar