Yazılar

Askerin Dili ve Tavrı

Askerin dili, üslubu ve tavrı kendileri dışında herkesi üzüyor, incitiyor ve kırıyor.

Bu dil, üslup ve tavırda maalesef gurur var, kibir var, aşağılama var, tehdit var, haddinin bildirme edası var. Bu sağlıklı bir ruh hali değildir.

Asker her konuştuğunda, “memleketin gerçek efendisi benim. Bana karşı haddinizi bilin, yoksa yakarım, alnını karışlarım” edası var.

Kim sever bunu?

İyiliğini gördüğünüz bir adam bile bunu iki kere söylese, “minnet var, başa kakma var” diyerek o minneti reddeder, bir daha iyilik kabul etmezsiniz o adamdan.

Kolay Değil

Karşımızda kendi ideolojisini ve ona dayalı bir düzeni “din” edinmiş bir zümre var.

Dinlerine ne kadar bağlı olduklarında da aslında şüphemiz var. Bir müslümanın dinine bağlılığı kadar olmadığı kesin.

Zaman zaman çifte standartlara rahatlıkla kaydıklarından anlıyoruz bunu. Zaman zaman en amansız düşmanlarıyla (!) bile bir araya gelebiliyor ve adını “irtica” koydukları ortak düşmanları “İslam” ile savaşı telkin edebiliyorlar birbirlerine.

“Durun Kalabalıklar”

İslam, hem dünya için, hem de ahiret için elzemdir.

Hem kişiyle Allah arasındaki ilişkileri düzenler, hem de kişiyle kendisi ve toplumu, hatta toplumlar arası ilişkileri düzenleyen yasaları barındırır içinde.

İslam başlı başına bir sistem, bir yaşama biçimi, bir medeniyettir. Bölünme parçalanma kabul etmeyen bir bütündür İslam. Onun iman ve ahlak esasları ile ibadet veya sosyal hayatı düzenleyen muamelatı arasında bağlayıcı olmak bakımından hiç bir fark yoktur. Birini inkar ile, bütünü inkar arasında bir fark yoktur yani.

İslam Alimleri ve Sistem İlişkileri II

İslam alimlerinin idareden bağımsız çalışmalarının bizim için ilk örneklerinden birisi, şüphesiz ki İslam hukukunun en büyük temsilcilerinden biri olan müctehid imamımız Ebu Hanife’dir.

Yönetimin gayr-ı meşru bir biçimde Emeviler’e geçmesinden, hilafetin saltanata dönüşmesinden ve art arda gelen zalimane uygulamalardan sonra İmam, tamamen yönetimden bağımsız bir hareket başlattı. Yönetimin her türlü yönlendirmesinden uzak bir hareket...

İslam Alimleri ve Sistem İlişkileri I

Bir yazımızda hatırlarsanız “alimlerle idarecilerin ilişkileri göz önüne alındığında, bunun iki yolu bulunmaktadır; ya sistemin dışında kalarak, yada sistemin içinde kalarak” demiştik.

Bu hizmetlerden hangisinin daha faydalı ve sahibinin daha başarılı olduğu, doğrusu kapsamlı bir çalışmayı gerektirir. Elimizde ben bilerek böyle bir bilimsel araştırma yok. Onun için “iyi niyetliler için ikisi de gerekli” diyenlere bir itirazımız yok.

Nihat Çetin’in Yöntemi

Eve hanımdan habersiz kaçak kitap sokma yöntemlerinden birisi de Nihat Çetin’in icat ettiğidir. M. Serhan Tayşi’nin hatıratından bu yöntemi öğrenelim mi?

Prof. Dr. Nihat Çetin Bey'in eşi edebiyat muallimi idi. Buna rağmen, evde kitaba katlanamazdı. Kitapları 'kuma' gibi görüyor, sabredemiyordu. Ama Nihat Bey'in kitapları da gerçekten fazla idi. Bir oda tamamen kitapla doluydu. Öyle ki, odanın ortasında bir sandalye koyacak kadar yer vardı. Bu hal de tabiatıyla hanımını deli ediyordu.

Gidip de Gelmeyenler

“Mustafa Efendi yine bir gün, arkadaşı ve eski başbakanlardan Şemsettin Günaltay tarafından, mutlak bir idamdan kurtarılışının hikâyesini de anlatmıştı:

Günaltay'ın Halk Partisi müfettişliği yaptığı bir tarihte, İstanbul'daki dersiamların listesi çıkarılmış. Günaltay, bu listenin ne yapılacağını sorunca, ilgili adam, eliyle boynunu işaret etmiş!

Şemsettin Bey, listede Mustafa Efendinin isminin de yer aldığını görünce, hemen müdahale etmiş: "Yahu bu adam benim dostum, sınıf arkadaşımdır. Biz medresede onunla beraber okuduk!"

Bizi Besleyen Eserler

Bir önceki yazıda da dediğimiz gibi bizde “batılılaşma, çağdaşlaşma, aydınlanma, laikleşme” bizim için nerden bakarsanız bakınız, katmerli felakettir.

Biz Müslümanların maalesef kendi kimliğimizden, imanî izzetimiz ve özlü medeniyetimizden ayrılarak, aşağılık bir taklit ile, “çağdaş uygarlık düzeyi” diye “küfür medeniyetinin” bütün sorunlarını, açmazlarını, “az bir dünyalık”, yani “modern ilimler ve teknik” karşılığında almamız, yaşadığımız en büyük felaketimiz olmuştur.

Onları almada sanki bunlar şartmış gibi…

Allah Görüyor

Hepimiz de biliyoruz ki Allah Teâlâ’nın “basar” sıfatı vardır. “Her şeyi görür.” “ilim” sıfatı vardır, “her şeyi bilir”. Bizi ve amellerimizi görür ve bilir. Ödül ya da ceza buna göredir.

Bunu bilmeyen Müslüman var mı?

Bunu böyle bilmeyen Allah Teâlâ’ya hakkıyla iman etmiş sayılmaz.

Ama önemli olan bunu bilmek değil, bunu kalbinde bulmak, etine kemiğine sindirmek, beynine, bilincine yedirmek, canlı bir şuur haline getirmek…

Yani “İman”ı “ihsan”a erdirmek.

Neydi “ihsan”?

Demek Afrika da Çağırıyor

“Altınoluk” dergimizin kapağını görünce içim “cız” etti. Demek Afrika da çağırıyor bizi. Biz Osmanlı bakiyesi merkez bir milletiz, herkes bize baksa, bizden beklese, bizden istese yeridir. Bu millet var oldukça da bu böyle olacaktır.

Bu millet, Sevgili Ahmet Taşgetiren’in dediği gibi: “Ben değilse kim?” diyerek, “Bana düşeni benden başkası neden yüklensin?” diyerek, “Bana düşenin hesabını ben vereceğim” diyerek, “Benim hesabımı başkası ödemez” diyerek... omuzunu yükün altına sokar.” Hamdolsun.

Sayfalar