Yazılar

Kur’an’a Reva Ya Adem Ya İdam

Bu yazıyı tam değerlendirebilmek için bir önceki yazıyı mukaddime sayıp okumak gerektiğini hatırlatarak başlayalım isterseniz.

Evet, Kur’an-ı Kerîm kâfirler için bir hasrettir. Kıyamet gününde bunu ellerini ısırarak itiraf edeceklerdir ama neye yarar. Kaybettiklerini kazanmak için dünyaya tekrar dönmek isteyeceklerdir ama imkânsızdır. Asla dinlenilmeyecektir bu istekleri. Hoş, dönseler dahi, aynı kâfir olmayacakları ne malum?

Aynı Korkular: Malezya Endenozya Türkiye

Hatırlar mısınız, laikçileri bir zaman da Endenozya korkusu sarmıştı. Allah Teâlâ’dan korkmayanların böyle bir yığın anlamsız korkuları olur elbette. Bunu yaşayacaklar çaresiz.

Televizyonda bir oturuma konuk olan Altemur Kılıç, “Her gece başını yatağa korkuyla koyduğunu ve rahat uyuyamadığını, ülkeyi sizin gördüğünüz gibi rahat görmediğini, keşke görse de şöyle rahat bir uyku uyuyabilse temennisini” dile getirmişti. Şaka yapmıyordu herhalde…

Kara çarşafta Aydın Düşünce

“Çarşaflılar ikiyi ayrılır. İçi aydınlık olanlar, içi aydınlık olmayanlar. Çarşaflıların içinde de aydınlık düşünce ve duyarlı yürek bulunabilir.”

“Bir kafanın içi nasıl ölçülüyormuş?” gibi sorular sorarak ağzımın tadını bozmayın benim. Kalbin içindekiler ölçülüyor ve biliniyor da, kafanın içindekiler niye bilinmesin? Bu ülkede “niyet okuyuculuğu” diye güzel bir meslek yok mudur? Yıllardır bir kısım uzmanlar yapıp durmazlar mı bunu?

Siz esas şuna bakın: Kara çarşafta aydın düşünce demek ki olurmuş. Hem de bal gibi oluyormuş. Biz şimdi bunu uzmanından duyduk.

Kimdi O?

Haberi televizyonda görünce “Ah be kardeşim, böyle zamansız yapılır mı bu işler?” demek geldi içimden.

Hani bir zamanlar bir YÖK başkanı Erdoğan Teziç vardı ya, Rektörler yolsuzluktan yargıya düştü mü, bütün erkanını etrafında toplar ve top gibi gürlerdi basın toplantısında:

“Cumhuriyet Rektörleri suç işlemez. Yobazlar Cumhuriyet Üniversitelerini hedef alıyorlar. Maksatları Cumhuriyeti yıkmak, devleti ele geçirmektir.”

Sahi o zamanlar yolsuzluktan yargıya çağrılan her rektör de, etrafında öbeklenen gazetecilere avaz avaz bağırırdı:

Baykal’lı Ciddiye Almak mı?

Ne kadar da çok tartıştık şu “CHP ve çarşaf” meselesini…

Bakıyorum günlerce bu mevzu, mevzi değiştirmiyor medyada. Koca koca adamlar, kelli felli yazarlar, düşünürler, ilim adamları bunu tartışıyor.

Solcular neyse, tesadüfen de olsa başkanları gündem oluşturacak bir pozisyon yakalamış, onlar bunu değerlendirerek propaganda yapmaktalar ha bire. Ya bizimkilere ne oluyor?

“Yangın Var!”

Bir zamanlar bir gazetede okumuştum, insanlar bir sinemada koltuklarında oturmuş kibar kibar film seyrederlerken, birden bir ses duyarlar: “Yangın var!”

Herkes yerinden ok gibi fırlar ve kapıya doğru koşarlar. Ama aynı anda telaş ve korkuyla kapıya koşan bu insanlar, bu paniğin cezasını çok acı olarak çekerler. Çünkü koridor ve kapı önünde birbirini sıkıştıran bu insanlar, kendi kendilerini tutmakta ve içerde istemeden birbirlerini tutsak etmektedir. Gerçekten de birçok insan, yanan binadan sağ çıkamaz.

Dedeler Hangi Okuldan Mezunlar?

Dedelere maaş verilecekmiş.

Verilsin canım, devletin bir Eurovision şarkı yarışmasında bir şarkıcıya verdiği parayla bir yıllık dede maaşları verilir.

Devletin bir sürü işe yaramaz yerlere saçılan parası yok mu? Biraz da gariban dedelere verilsin.

Devletin iş görmez şişman balerinlere(!) ömür boyu maaş vermesini yadsımayanlar, dedelere verilecek paraya ne diyebilirler ki?

Evet, biz meselenin parasal yönünde değiliz. Biz, ehliyet açısından bakıyoruz meseleye. Ehliyet, adalet, eşitik açısından.

“Alevî”lik nedir?

Doğru dürüst bilemiyoruz.

“Vatan Sağolsun Demeyeceğim”

Diyarbakır’da şehit olan er İsmail Uygun’un acılı annesi böyle diyor: “Vatan sağolson demeyeceğim.”

Bunu bir anne diyor. Bir şehit annesi…

Evladını yitiren Sultan Uygun, önce torunu Beyza’ya sarılıp ağıtlar yaktı sonra yüreğindeki acıyı kelimelere döktü:

"Oğlumun komutanı, namaz kıldığı için tepki gösteriyormuş. Onun gibi diğer kısa dönem askerler masa başında otururken 3 aylık er olan İsmail'im günde 7 saat nöbet tutuyormuş. Oğlum komutanına söyleyemiyordu ama bunları telefonda bize söylüyordu.

Yeter artık!

Bir sorunu otuz yıldır teşhis edip çözemedik.

Nerde bizim aklımız, tedbirimiz, tecrübemiz, çaremiz?

Bu kan durdurulmalı.

Kim yapacak bunu?

İktidar yapacak ama yapamıyor.

Neden?

Bunun için çare arayan iktidar, aldığı tedbiri rahat alamıyor.

Neden?

Herkes karışıyor da ondan.

Acaba asker bu çareye ne der?

Acaba yargı ne der?

Acaba medya ne der?

Acaba muhalefet ne der?

Acaba istihbarat ne der?

Acaba dış güçler ne der?

“Yahu kim ne derse desin,” diyemiyorsunuz.

Sistem böyle.

Kalbimiz Hep Oralarda

Alemlerin Efendisi Sevgili Peygamberimiz, Allah Teâlâ’nın methettiği, beldelerin en kıymetlisi olan Mekke-i Mükerreme’den, aziz vatanından ayrılıyordu hicret esnasında. Devesini Harem-i şerife doğru döndürüp, mahzun bir halde; "Vallahi! Sen, Allahü teâlâ’nın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Rabbim katında en sevgili olanısın! Senden çıkarılmamış olsa idim, çıkmazdım. Bana, senden daha güzel, daha sevgili yurt yoktur. Kavmim beni, senden çıkarmamış olsalardı, çıkmaz, senden başka bir yerde yurt, yuva tutmazdım" buyurdular.

Sayfalar